‘Elmalar Diyarı’
.
‘Sonra aşkın alanına ölümün girdiği anı yaşamakta olduğunu düşündü ya da hissetti. Bunlar hayatın çıplak gerçekleri değil, köklü ve görünmez fırtınalarıydı ve onu akıntıya kapılmışçasına sürüklemekteydi.’
Yüzücü, Ey Yıkılmış Hayaller Şehri, Boşanma Mevsimi gibi kitaplardan sonra, bu kez Elmalar Diyarı (Everest Yayınları) ile karşımıza çıktı John Cheever. Roza Hakmen’in güzel çevirisiyle de aldı götürdü bizleri! Hemen belirtelim ‘Ey Yıkılmış Hayaller Şehri’ ve Boşanma Mevsimi’nin çevirisi de Hakmen’e ait. Yüzücü’yü ise öykücülüğü kadar çevirmenliğiyle de zihinlerimize kazınmış olan Tomris Uyar çevirmişti.
Tekinsiz anlar
Cheever, 1979 yılında Pulitzer Ödülü’nü kazanmış. 1982 yılında kaybettiğimiz yazar, Amerikan edebiyatının çok güçlü seslerinden biri. Asıl gücünü, gündelik hayatın içinde kendi yağıyla kavrulan insanların dramlarını aktarabilmesinden alıyor. Küçük dünyaların insanları var karşımızda. Dertleri ve sıkıntılarıyla, kentin merkezinden uzaktaki banliyölerde yaşayan bu insanların dikkatlice bakıldığında fark edilen yalnızlıkları ve mutsuzlukları, bu mutsuzlukları erteleme biçimleri insanı şaşırtacak, bocalatacak cinsten. Kanımca Cheever’ın başarısının en temel özelliklerinden biri de bu zaten. Yazdıklarında, mutluluğun ve mutsuzluğun tanımını belirlenmiş ve sabitlenmiş büyük vahalar ya da yaralarda değil, üstü örtülmüş ve tekinsiz kâğıt kesiği anlarda keşfetmiş olması. Bu ‘tekinsiz’ anlar olur olmaz bir yerde ortalığa saçılmaya başladığında ne olur? Kitaptaki öyküler, bu tanımsız ama hissedilebilir anın etkisiyle kahramanların olur olmaz yerlere savrulmasını anlatıyor. Zaman zaman trajik zaman zaman komik bir biçimde. Evet, onlar savruluyor ve kalakalıyorlar; biz okurlarsa neye uğradığımızı şaşırıyoruz.
Gerçek nedir?
Hemen hiçbir şeye güvenmiyor Cheever. Haksız da sayılmaz. Bir kere gerçeğin kendisine karşı temkinli. Olur olmaz bir yerde ‘gerçek nedir?’ sorusunu sordurtabiliyor size. Cevabı kendinizce bulmaya kalktığınızda öykü de bitmiş oluyor! Ancak hemen belirtelim, onun sağduyuya ya da ahlak kurallarına karşı geliştirdiği soru işaretleri de çok güçlü. Kısaca söylemek gerekirse, ezberlenmiş reflekslerle, gerçeğin tanımına yaslanarak okunabilecek bir yazar değil. Onu okurken değişmeyi ve dönüşmeyi göze almanız gerekebilir; hatta kendi dehlizlerinizle karşılaşmanız bile söz konusu olabilir.
Dedik ya ‘kâğıt kesiği’ diye... İçinizdeki bu anların gününüzü kaşımasına da hazırlıklı olun derim. ‘Ben deli miyim, niye kendimi oralara savurayım’ diyenlere sözüm yok elbette. Nasılsa onlar kendilerini hep haklı görmeye alışmış durumdalar. Benim sözüm daha çok yaşamı açık uçlu bir denklem olarak görenler, merak edenler ve şaşırabilenler için geçerli. Cheever’ın ikilikler (örneğin iyilik ve kötülük, gerçek ve hayal vb.) konusunda karşımıza serdikleri ancak bu bakış açısıyla net biçimde görülebilir.
Cheever’ı okurken, tıpkı diğer büyük yazarları okur gibi, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı, durmadığı, kalmadığı fikri kuşatıyor bizi. Böyle yola çıktığımızda ise, edebiyatın o büyülü dünyasına geçiyoruz kaçınılmaz olarak. Bu da bize yaşamı (ve elbette ölümü) yeniden düşünme şansını ve fırsatını veriyor. Yeniden ve bir kez daha. Ve elbette gülümseyerek.
Amerika’nın Çehov’u Cheever’ın bizlere gönderdiği bu çok kıymetli mesajı ‘değerlendirmeniz’ dileğiyle.