Ege’deki imbat
.
Bu cumartesi gençlerle buluşmaya, İzmir’e gittim. İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin güzelim pofuduk kedileri ve turunç ağaçları eşliğindeki ev sahipliğinde, EÇEV (Ege Çağdaş Eğitim Vakfı) tarafından gerçekleştirilen bir buluşmaydı bu. Eğitimde fırsat eşitliği yaratmayı kendine şiar edinen ve 1995 yılında 96 İzmirli gönüllü tarafından kurulan EÇEV, bugüne kadar Ege bölgesinde sayısız öğrenciye ve öğretmene burs ve ücretsiz eğitim desteği vermiş kıymetli bir vakıf. Son iki yıldır ise, tamamen gönüllü bir ekiple başka bir güzelliğe imza atıyor: İzmir Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Günü! Bugün çerçevesinde akademisyen, kütüphaneci, öğretmen ve yazarları gençlerle buluşturuyorlar. Kitaplar ve yayıncılar ise bu buluşmaya eşlik ediyor. Gerçekten heyecan verici.
Gençler ne diyor?
Bu seneki buluşmada, ilginç konuşmaların yanı sıra, kitap okumanın gençler cephesindeki boyutlarını da dinledik, öğrendik, umutlandık. Gençlerin söz aldığı çok değişik oturumlar yapıldı. Ülkemizdeki insanların neden okumadığını da pek güzel dile getirdiler. ‘Halka yön verecek insanlar, özellikle de politikacılar hiç okumuyor da ondan’ dediler. İçlerinden bir kısmı ise bunun önemli olmadığını, halkın okuyarak bu politikacıları değiştirebileceğini ve aşağıdan yukarıya doğru bir değişimin esas olduğunu savladı (belki de halkın, bu yöntemle, okumayanları devre dışı bırakacağını!). Kütüphanelerin önemine de değindi gençler ve kitap okumama konusunda esaslı bir gerçeğin altını üç aşağı beş yukarı şöyle çizdiler:
‘Kitap okumak sanki yapılması gereken zorunlu bir işmiş gibi dayatılıyor oysa kitap okumak bir yaşam biçimidir.’ Ve kitapla kurdukları ilişkiyi ‘arkadaşlık’ biçiminde özetlediler.
Okumalısın!
Doğrusu, altlarını çizdikleri bu konuyu çok önemsiyorum. -meli malı’larla bir çocuğu olsa olsa kitaptan soğutursunuz. (meli malılarla insanı soğutmayan ne vardır, o da ayrı konu!) Elbette, ‘burada iş sadece öğretmenlere mi düşüyor?’ sorusu da çok önemli. Ailelerin bu konudaki tutumu da en az öğretmenlerinki kadar kıymetli. Dahası, gelen gideni aratır biçiminde ezbercilikten başka pek bir şey önermeyen müfredatın da kendine gelmesi çok elzem bir adım. Bizim taraf- sizin taraf diye yazarların ayrıştırılmasına ise hiç girmiyorum desem de tutamıyorum kendimi! Bunun sadece biz yazarlara değil, edebiyata yapılmış bir hakaret olduğunu söylemeye gerek bile yok aslında. Ama öyle! Bu ayrıştırmayı yapanlar şunun farkında olabilseler keşke: Kadrolar gider, hükümetler değişir, siyaset oradan oraya savrulur ama yazarlar ve yazdıkları kalır! (Dediğim gibi, tutamıyorum kendimi çünkü bu halde bir ülkeyken, ne duygularıma ne de mantığıma anlatabiliyorum bu tutumu)
Ve medyaya düşenler
Gençler İzmir’in erken esen imbatında, bir başka gerçeğe daha parmak bastı. Neden çok seyredilen programlarda kitap okumaya dair bir özendirme yok diye sordular. Onlar örnek vermedi ama ben söylemeden edemeyeceğim:
Örneğin Survivor’da ya da Benimle Evlenir misin? gibi programlarda neden bir kul çıkıp ‘ya ben şu dişe dokunur kitabı okuyorum siz buna ne dersiniz, haydi onu tartışalım biraz’ gibisinden bir laf etmez? Diyeceksiniz ki bunu ederse programın dengesi kaçar. Her şeyin dengesinin altüst olduğu bir iklimde varsın bu denge biraz da böyle sarsılsın, ne olur sahi?
Dahası televizyon kanallarının tümü için bir öneride bulundu gençler. ‘Günde bir saat, fazla değil dediler; her kanal sadece bir saat kitaba ve okumaya yer verecek bir programa zaman ayırsa, her şey farklı olurdu.’
Olurdu elbette. Ama bu kimilerinin işine hiç gelmeyebilirdi. Gelmediği için bugün bu haldeyiz.