Çocuklar ve Açlık Grevleri
.
‘Anlıyorsun değil mi, olay kirişte, okta ya da kabzada değil. Her şey kafada bitiyor.’
Yukardaki satırlar edebiyatımızın genç sesi ON8’den çıkan Damdaki Melek adlı kitaptan. Dört huzursuz ruhun aradığı bir cevabın da özeti sanki. Kitabın dört kahramanı var ve bu karakterlerin dördü de aslında aynı geçmişten kaçıyor !
Bu duygu bana tuhaf şeyleri hatırlattı. Aynı geçmişten kaçmak nasıl bir reflekstir, bu topraklarda yaşayan bireyler olarak sanırım bizler buna epey aşinayız. Hepimizin bir geçmişi var, tamam ama hepimize göre farklı bir geçmiş o. Belki de ‘farklı’ şimdiki zaman algılarıyla yaşadığımız için .
Bu çerçevede daha önce yazdığım açlık grevleri ile ilgili yazıma gelen mektupları yeniden düşündüm. İç burkan okur mektuplarını. Her anlamda...
Ton olarak öfkeli mektuplardı. Kimi hükümeti eleştiriyordu, kimi cezaevinde açlık grevleri yapanları. Beni en çok düşündürense ‘Türkiye’nin başka dertleri var, biraz da ona kalem oynat’ tarzında yazılmış olan bir mektuptu.
Türkiye’nin çok derdi olduğunun farkındayım. Ancak Türkiye’nin en büyük derdinin demokratik hak ve özgürlükler olduğunu bir kez daha burada yinelemek durumundayım. Bireysel yaşam hakkı hâlâ bu ülkede sorunlu bir konu ve bu bizim (evet hepimizin) en temel sorunudur. Ne kadar kaçarsak kaçalım.
Ulusal basında pek yer almadığı için izleyebiliyor musunuz, bilmiyorum. Gelen mesajlar doğrultusunda açlık grevlerinden yayılan halkanın cezaevlerindeki çocuk mahkumları da içine almaya başladığını duyuyoruz. Yaşamın genç bedenlerin kıyısına böylesi bir biçimde vurması çok vahim. Daha da vahimi bu çocukların sayıları konusunda kimse net bir şey söyleyemiyor, açlık grevinin kaçıncı gününde oldukları bilinmiyor, en önemlisi sağlık durumlarının nasıl bir seyir izlediğini bilmek mümkün değil.
Çok ama çok daha vahimi ise bu çocukları, gençleri nasıl bir geleceğin beklediği sorusudur. Yaşama böylesi bir savrulmayla başlayınca yaşamın anlamı da o savruluşun içinde kaybolup gidebiliyor. Belki de bu yüzden ölümün anlamı yaşamın bu halde seyreden anlamsızlığı karşısında kolayca değer kazanabiliyor. Üstelik bu durum, sadece onları, kuşaklarını sarmalayacak bir tehdit değil, insanlık adına kaybedeceğimiz bir arbedenin de adı olmak üzere. Bu çocukların ailelerinin dışarda nasıl bir tedirginlik yaşadığını ise tartışmak bile istemiyorum .
Tekrar başa dönecek olursam, Türkiye’de kalem oynatacak daha çok sorun var. Özellikle çocuk ve gençlerle ilgili sorunlarımız dağ gibi. Ancak bugünkü koşullar altında, tam da bugün beni cezaevindeki gençlerin yaşadığı dram daha çok ilgilendiriyor. Onlara yaşam adına söyleyebilecek bir sözüm, gölgelenmiş yüzlerine bakacak yüzüm kalmadığı için.
Belki de bunun adı çaresizliktir...
Damdaki Melek’teki dört kahraman gibi çocukluklarını en derinlere gömmek durumunda kalan bu insanlara, de diyebilirsen şimdi: ‘Olay kirişte, okta ya da kabzada değil, her şey kafada bitiyor,’ diye.
(İlgilenenlere özel not: Damdaki Melek, dört Fransız yazar tarafından kaleme alınmış dört kitaplık çok ilginç bir serinin ilk kitabı. Damdaki Melek, Yol Filmi ve Acele Etme çıktı, Mavi Ay ise yolda. )