Bir çokomilk, iki voltaren lütfen!
.
Sırt ağrıları başlayan o malum ‘kış’ insanlarındansanız, voltaren’e sarılırsınız. Başka yöntemler de olabilir ama ‘bazıları 75 ml voltaren sever’, sevebilir. Yiğitlik midede değil bende kalsın diyenler için bunun ‘yakılarını’ da yapmışlar. Tak yapıştır, bitir işi tarzında.
Oysa sırt ağrısı bu. Gönül ağrısı gibi bir şey.
Tedavisi belli: Dünyanın yükünü sırt bölgesinde taşımamak lazım. Örneğin, otomatik muslukların altında gezdirir gibi elleri, birazdan onlara dökülecek suyla kutsayacağınız ferahlığı, sırt bölgesi talan alanını bahane ederek, aynen güneşe taşımalı. Üstelik güneş bu, akıllı musluğun otomatik refleksiyle değil, gani gani, bol kepçe ısıtacak seni, sizi, şunu bunu.
Güneş seni ne yapsın sorularını soracak gillerdenseniz iş sarpa sarmış demektir, onların tedavisi için söz kalmamıştır. Bu yandakilerdenseniz, yapılacak şey bellidir, etrafınıza bakar ve sonra, güneşle birlikte ‘onu’ görürsünüz!
Kimi mi?
Bir ayakkabı kutusunda (halk kutusu diyelim mi?) çokomilk taşıyan oğlanı, kimi olacak! Onun dört mevsim güzelliğindeki suratını. Kirli, temiz, temiz kirli saçlarını. Oradan oraya, dükkandan dükkana taşıdığı o öğle zamanına katık edilesi çokomilklerini de.
Kutudaki muhteviyata bakılacak olursa işler kesat gitmektedir. Bir 19 Ocak’tır ve güneş tepede parlamaktadır (kar yine gelmedi bu arada!).
‘Kaça bunlar?’
‘Bir lira abla!’ der oğlan yedi renk.
Çocukluğumun, içinde bir dünya saklı, dışı çikolata kaplı (ya da buna benzer bir şey, o sıralar çokoçokoçoko’larda çok fazlaydı bu hülyalı sözler) dünya lezzetinden böyle bir merhaleye geçiş iyi midir, kötü müdür; düşünecek halim yoktur.
‘Ver şundan iki tane’ derim.
Aramızdan katbekat bir dünya geçer. 2018 yılındayızdır! Heyhat, üstü çikolata falan kaplı değildir bu dünyanın, o da ben de biliriz bunu. Yine de güleriz birbirimize. İki voltarenin veremeyeceği bir güneş sıcaklığını vermiştir bu gülüş bana; o ise elinde dolandırdığı bozuk paraların şıngırtısına vuran ışıkla mutludur. O kadar mutludur ki çok çok güzeldir, olduğundan çok daha güzeldir kerata.
O zaman böylesi bir gülüşle ısınan halime bakar ben de gülümserim. 19 Ocak’ta onun gibi yoksul çocukların kutularına sakladıkları ‘çok’lar, kimilerinin ‘az’ hatta hiç anlamayacağı bir ‘eşitlik’ fikrini hatırlatır bana. Çok değil, beş durak ötede, o güne dair alınan OHAL kararlı metroyla es geçilen o durakta, bu ülkede olmamış (ama hiç olmayacağı anlamına gelmiyor elbet) bir ‘eşitliği’ özlemiş, hayal etmiş bir meslektaşımızın 19 Ocak korteji geçmektedir. Neden öldün sorusuna ‘bu ülke için öldüm’ cevabı ise çok ağrılı bir hal olmuştur onunkisi. Çok, çok, çok ağrılı bir cevap.
Geçer mi bu ağrı?
Voltaren içinde dünyalar saklı birkaç çokomilk cevap olur mu tüm bunlara?
İçinde neler neler saklı üstü çikolata kaplı hayallerin çocukluğunda gezinen bir özlemdir bu, olsa olsa. Güneşle dolu bir öğle zamanı, çokomilkli çocuğun gülüşü çantada ‘güvercin’, sırtımız bulutlu, ruhumuz hâlâ karıncalanırken.
(Hrant Dink gideli 11 yıl oldu. 11 yıldır ne değişti sorusuyla uğraşırken yazılmış bir yazı...)