Bir çocuk gelinin kısacık öyküsü
.
Onun yaşamı da o hüzünlü şarkılara konu olan diğerlerinkine benzer. Kırık dökük yaşamı, ortalama hızı gündelik siyasetin manevraları olan bir ülke için sıra gelmeyecek bir yerde durur. Onunkisi, küçük bir kızın, uzaklardaki görünmez bir kara iklimi hikâyesidir sonuçta. Bazense umulmadık kadar erken yere düşer, erir ve biter.
Yaşamına bakarsanız şunlara tanık olursunuz muhtemelen:
Helalleşilemeyen dostlar gibidir çocukluğu geride. Alışamadığı kadınlığı ise istatistiklerin içinde olsa olsa bir noktadır. Bilir ya da hisseder ki yerkabuğunun umursamadığı nefeslerden biridir. Anlar ya da düşünür ki yol bellidir. Ya dirsek çürütecek, öylece yaşlanarak devam edecek, tarihsiz bir anne, talihsiz bir analık, seyirlik bir valide, belgesellik bir nine olacak ya da pes edecektir.
Şarkılık ömür
Şarkıların rotasını izler gibi görücü usulüyle 12’sinde evlenir. 13’ünde anneliği yaşar. 14’ünde yine gebedir. Derken erken doğum olur, bebeğini kaybeder. Sonrası çorap söküğü gibi gelir. Hızlı, kıyassız, kıyısız yaşamı orada biter. Kader Gelin gider. Geride hemen unutulacak bir sürü soru işareti bırakarak, kendi içinde sürgünlüğü yaşadığı kadınlığına ısınamamış, öğrenememiş bir hâlde.
Pes edince ne mi olur? Yeni kaderler dünya evine girer ve Kader’in yerini alır. Ve kader bu ya, aynı soru yinelenir: Devam mı tamam mı?
Cevap devamsa yaşam yel yepelek devreye girer; bebekler bebekleri, çocuklar çocukları, torunlar torunları izler. Cevap ‘tamam’sa yine benzer bir hızla, kaşla göz arası gelir ölüm ve zahmetsizce yapar yapacağını.
Sonrası mı?
Şarkı da öykü de orada öylece biter.
Kız çocuklarına bu kısacık eksik, kırpık yaşam öykülerini kader diye aktaran, böylesi yaşamları reva gören bir toplumun gerçekle, kadın-erkek ilişkileriyle, evlilikle ve aileyle kurabileceği sağlıklı bağ nedir sizce?
19 Ocak 2007’de Hrant Dink katledildi. Bu karanlığın ardındaki gerçeklerin ortaya çıkartılmasını hâlâ bekliyoruz. 7 yıldır.