Benimle evlenir misin Türkiye?
.
Sorun Ceyda... Dün size ondan biraz bahsettiydim. Gitmediğimiz psikolog kalmadı. Teşhis koyamıyorlar bir türlü. Yapacak bir şey yok, haline üzülüyorum ama çaktırmamaya çalışıyorum. Of bu kızın sonu ne olacak. Bunu bu haliyle kim alır? Bazen de kendimi tutamayıp yüksek sesle söylüyorum bunu. Sonra hiçbir şey olmamış gibi sabahları güle oynaya kahvaltı etmeye devam ediyoruz. Sonra derken, o sabah, ağzındaki baklayı çıkarıveriyor.
‘Böyle bir şey asla olamaz’ diyorum. ‘Geçen sefer zaten zor kurtardın paçayı!’.
Ne mümkün!
Bir de tutmuş sırıtıyor.
‘Korsan morsan; bakarsın bu sayede kısmetim de açılır!’
***
Sonra, tahmin edeceğiniz gibi o anlar geliyor. Ceyda, geçen seferkinin aksine, artık kostümcüm dediği ‘Sütaşkım’la (kızın bir adı var elbette ama şimdi burada söyleyip onu da yakmayayım) bu kez gerçekten döktürmüş! Kırk yıllık kardeşimi ekranda tanıyamadım ne yalan söyleyeyim. Bir havalıydı ki... Galiba, bu yüzden, duvarın öteki tarafındaki yaşlıca adamın (nedense Ceyda’nın tercihi bu yöndeydi) güzel misiniz vb. sorularına, ‘evet çok güzelim ne olmuş’ şeklinde dobra dobra cevaplar verdi.
Ekran felaketi diyebileceğimiz husus ise kısa bir süre sonra gerçekleşti:
‘Nerelisiniz Ceyda Hanım?’ diye sordu adam.
‘Somalıyım’ dedi Ceyda.
‘Soma’nın neresinden? İçinden mi’
‘Perişan madeninden, yıkıntısından.’
‘Nasıl yani?’ dedi adam. ‘Bir müteahhit olarak tam anlayamadım.’
‘Başımıza gelenleri hatırlarsınız. Davalarımız hâlâ sürüyor. Yoksa hatırlamıyor musunuz Temel Bey? Türkiye’nin unuttuğu davamız. Yaka paça tekmelenmiştik ya.’
‘Bir kere adım Temel değil, Tamer’ dedi adam. ‘Kaçıncı kezdir düzeltiyorum... Hem sizin gibi bir hanıma bu sert politik sözler hiç yakışmıyor. Ne bu seçkin programa, ne de size!’
‘Benim gibi bir hanıma ne yakışıyor sizce?’ diye sordu Ceyda, duvarın öteki tarafından, yerinden kalkarak.
‘Güzel sözler, güzellikler yakışıyor efendim. Mesela bir pasta tarifi. Bir güzel yemek tarifi... Din, iman.’
‘Siz şimdi dantel de dersiniz!’
‘Derim efendim.’
‘Benim ilk çeyizimden hâlâ kullanmadığım dantellerim var.’
‘Nasıl ilk çeyizinizden, anlayamadım Ceyhan Hanım!’
‘Ben evliydim Taner Bey.’
‘Evli mi?’
‘Geçen maden kazasında kaybettim eşimi. Elime verdikleri para ise, anlatamam size, hiçbir şeye yetmiyor, akrabalarımın yanında da sığıntı gibi yaşamak istemiyorum...’
Adam duvarın öteki tarafında bizimkini dinlemez bir hale gelmişti, hatta birilerine kaş göz işaretleri yapmaya başlamıştı. Sonra o yaman soruyu sordu:
‘Yani sen bir de dul musun?’ Bir anda sizden sene dönüşüvermişti bizim Ceyda!
‘Evet dulum’ dedi Ceyda. Artık kafasını duvardan iyice uzatmıştı ve adamı görüyordu, adam da onu.
(‘Ceyda yapma, sakın yapma Ceyda’ diye iç geçirmeye başlamıştım o sırada ama bu konuda yanılmışım. Ceyda son derece makuldü. Adamsa...)
‘Olamaz...!’ diye bağırdı. Sanki iyice dengesizleşmişti. En sondaki cümleleri ise işi tümden koparacak cinstendi: ‘Yok tekmeymiş, yok madenmiş... Kafamı karıştırman yetmiyormuş gibi bir de bu. Hanım hanım kendine gel ben buraya kız oğlan kız için geldim... Kızoğlankız. ’
Ama dedim ya Ceyda çok sakindi.
‘Ne diyorsun Talat Bey! Benim iki kızım bir de oğlum var’ dedi kahkahalarla gülerek. ‘Anlaşamaz mıyız?’
Sonrası anlatılacak gibi değildi. Bereket hemen araya mutluluk, esenlik ve umut vadeden kredi kartı reklamları girdi.