Batı cephesinde yeni bir şey yok
.
‘Üçüncü pist yapım şantiyesinde iki kamyon malzeme boşaltırken biri damperi açık şekilde diğerinin üzerine düştü ve sürücü kabininde bulunan şoför ezilerek yaşamını yitirdi.’ İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nden 3. Köprü notları...
***
Reklamı Atla’yı, karlı bir pazar günü, geçmişte Seray’la bir yerlerde, bir arabanın arka koltuğunda konuşurken gözlerinde gördüğüm ışıltı eşliğinde okuyorum. Seray Şahiner’in BirGün gazetesi, OT dergisi gibi yayınlarda çıkan yazılarından derlenmiş, Can Yayınevi’nden çıkan kitabı bu. Samimi, içten, sıcak ve keskin metinlerden oluşuyor.
Çamlar Kimin İçin Devriliyor’a bakıyorum, örneğin. Şahiner’in anneannesini ve dedesini aktarırken bugünkü tüketici topluma atıfta bulunduğu bir yazı bu:
‘Meğer anneannemle dedem sürdürülebilir kalkınma prensiplerine göre yaşıyormuş. Azaltma, yeniden kullanma ve geri dönüşüm ilkelerini birebir uygulamakla kalmayıp sonraki kuşaklara da aktarmaya çalışıyorlarmış. Tekrar kullanılan yünler, şişeden köpekler, takvim yaprağından bir hayat, kravattan paspas geri dönüştürülebilir malzeme kullanımı örnekleriymiş. Bunları planlayarak yapmıyorlar, içselleştirmişler.’
Takvim Yaprakları
Metni okurken gözüm bir yere takılıyor ve takvim yaprakları deyince duraksadığımı fark ediyorum. Seray gibi benim de bir sürü takvim yaprağı manzarasına kayıtlı anım var. Onu takip ederek, kendiminkilere varıyorum, kendiminkinden çıkıp başka yerlere... Hatta dedesinin kuşe takvim yapraklarıyla kapladığı defterler bölümünü bambaşka bir hazla okuyorum. Yıllar yılı Bolu Ormanları’nı, Ardeşen’i, Toroslar’ı sarıp sarmalayan Atlas’ım ve kitaplarım geliyor aklıma. Şakir Eczacıbaşı’nın fotoğrafladığı Türkiye’yi, en can sıkıcı bulduğum derslerin defterlerine sarıp sarmalamam.
‘Takvim yaprakları sayesinde yanımız yöremiz yeşermiş ağaçlar, karlı dağbaşları, coşkun dereler, sarı sarı tarlalarla dolardı. Doğa manzarasından gına gelmişti!’
Takvim yapraklarının bu tür manzaralarla dolup taştığı o yıllarda, yaşamı başka yerlerde arama çabamı -o toy çabamı- hatırlıyorum. Zaman geçtikçe, eski bir takvim yaprağı ya da sayfasına girip, orada ânı durdurmayı özlediğim halimse, hiç kuşku yok ki başka bir ruha denk düşüyor. Bir şeylerin kafama dank ettiği zamanlara.
İşte o zamanlarda, tıpkı Seray’ın söylediği gibi, bazı durumları çok net görmek hasıl oldu, oluyor:
‘Takvim yapraklarındaki manzaraların çoğu, HES’lere, yollara, havaalanlarına, köprülere; ranta kurban edilmek isteniyor. O yaştaki ninelerimiz torunları faydalansın diye ceviz ağacı dikiyor hâlâ, kimileriyse Kuzey Ormanları imara açılsın diye buyuruyor.’
Evet...Hal böyleyken, kimileri çıkıp Kuzey Ormanları’nı imara açtı. Reklamlar reklamları izledi. Çamlar devrilirken törenler, törenleri, övgüler övgüleri, şatafatlı cümleler, yeni şatafatlı cümleleri takip etti. Tuhaflık bende! Dahası da var. 3. Boğaz Köprüsü olan bir ülke haline geleceğimizi bilmek, Kuzey Ormanları’na karşı, oradaki tüm can kayıplarına, iş kazalarına karşı duyduğum mahcubiyetimi artırmaktan başka hiçbir işe yaramıyor. Kuzey Ormanları’nı, yakın bir zaman diliminde sadece bir takvim yaprağında yaşayacak olmaksa içimi burkuyor.
***
Mustafa Koç’u, bu ülkenin en önemli işadamlarından biri olarak hatırlamamın nedenlerinden biri de Divan Oteli’dir. Orada, 2013 yılında, o can pazarında kapılarını tereddütsüzce açıp, kucaklarında çocuklarıyla insanları içeri alan otel, aldığı risk ve gösterdiği cesaretle, gerçek bir cennet vaadiydi. O gün o kapılar açılmasaydı ne kadar çok insan ölecekti...
Mekânı cennet olsun!