Başka bir hikaye
.
Bir kahve makinesine ihtiyacım var. Girdiğim dükkândaki orta yaşlı adam son derece anlayışlı biri.
‘Makineyi görebilir miyim?’ soruma, tahmin ettiğim bir nezaketle ‘elbette’ diyor. Tezgâhın önündeki ilk kutuyu açtırıyorum. Beğeniyorum, alacağım.
Elim nedense açılmamış diğer kutuya uzanıyor.
Anlayışlı tezgâhtar, nüktedan bir biçimde ‘Biliyor musunuz’ diyor ‘Almanya’da bizim halk için bir araştırma yapmışlar. Kutu açtırıp, sonrasında açılmamış kutulu ürünü alanların yüzde 90’ı bizimkilermiş!’
Sadece beni değil, o sırada dükkânda bulunan çoğu insanı gülümseten bir açıklama oluyor bu. Oradan birisi sesleniyor:
‘Başka şeylerle anılacağımıza, bırakın bununla anılalım!’
***
‘Öykülere Asla Girmeyecek Kişilerden Bir Derleme’ diye bir öyküsü vardır John Cheever’ın. Yedi maddelik bir öyküdür bu. Aslında üç aşağı beş yukarı bildiğimiz şeylerdir. Örneğin bir rugby maçında yanlışlıkla topun kucağına düştüğü kız, o an için vardır da sonrasında hiçbir şeye konuk olamadan, sessiz sedasız sahneden ayrılır.
Yukardaki anekdot da böyle bir şey işte. Türkiye deyince nüktedan tezgâhtarın halkımıza mal olan, insanı gülümseten öyküleriyle değil, şiddet ve gerilim öyküleriyle anılıyor ve çaresizce bu hazin öykülere ilikleniyoruz. Evet, bu topraklara nicedir mühürlenmiş ‘başka şeylerin’ kestirmeden toprağa düşen acı öyküleriyiz.
Son bir ayda yaşadıklarımız, bastıran sonbahar yağmurlarının ilk denemesiyle bertaraf edilebilecek halde değil. Son bir ayda Türkiye, kâbuslarının en beterini yeniden yaşamaya başladı. Bir yerde mayınlar patlıyor gencecik askerler ölüyor, diğer tarafta öldürülen fidan bir kadın bedeni çırılçıplak soyuluyor.
Ne olursa olsun, yalnızlığa bırakılan genç cesetler ülkesi Türkiye. Başka şeylerin adı bu oluyor yine.
Şiddet, kan ve düşmanlığın ülkesi.
Yarım kalmış hayatların unutulmaya mahkum öykülerinin diyarı.
Ayrı ayrı yoksul evlerde, duvarlardaki fotoğraflarda yarım kalmış hayatların bahar tebessümünün toplamı: Genç ölüler diyarı, Türkiye.
Yüzleri, devamı asla gelmeyecek mevsimlerin, hızlı çekim özeti olan insanların ülkesi, bizim ülkemiz. Biz.
Ve hemen her sefer olduğu gibi kanın ayrıştırılmasına tanık oluyoruz. Hırs ve öfkeyle başlatılmış suni bir savaş esas bir savaşa dönüşmek üzere. Ve şaşkınlıktan başka sarılabileceğimiz bir fiilin varlığından söz edemiyoruz. Oysa ki başka filler var. Bunların başında da şiddete dur demek geliyor.
Bunları yazmaktan bezdim ama yine de yazacağım:
Bu çocuklar Türkü ve Kürdüyle HEPİMİZİN ÇOCUKLARIDIR. Ve bu çocukların kanının akmasını durdurmak zorundayız.
Bambaşka hikayelerin uzun soluklu kahramanları olabiliriz. Hatta kahraman olmamıza bile gerek yok. Kendi halinde yaşarken bile bunu başarabilir, toplumdaki şiddetin erimesine katkı sağlayabiliriz.
***
Sevgili okurlar, bütün bu olup bitenlerde savaşı isteyenlerden yana olmayınız. Siyasi görüşünüz ne olursa olsun bu kirli oyuna gelmeyiniz. Savaş bu ülkeye sadece acı ve genç ölümler getirmiştir.