Anneler Günü’ne doğru
.
Yarın Anneler Günü. Anneliğin kutsallığına dair bir sürü söz duyacağımız bir gün daha. Oysa bu kutsallık halesinin ardında, ülkenin kadınları için hâlâ çözüm bekleyen bir sürü sorun var.
En başta ise kadına uygulanan şiddetin toplumda giderek arttığı gerçeği. Kadın cinayetlerinin tavan yaptığı bir ülkede evin kutsallığı yerine sığınma evlerinin sayısının artırılması gerçeği eşikte bekliyor örneğin.
Hâl böyleyken kimi illerimizde sığınma evleri bile yok.
2. sınıf vatandaşlık
Bakmayın siz yaratılmaya çalışılan başı açık-başı kapalı kadın gerginliğine. Kimileri bunu çok seviyor. Toplumsal olarak savrulduğumuz kutuplar düşünüldüğünde çok rahat köpürtülecek bir konu. Ancak bu ülkenin temel sorunu, başı ister açık, ister kapalı olsun, kadının ikinci sınıf vatandaş yerine konulmasıdır. Dahası, başta biz kadınlar olmak üzere bunun ayrımında olamadığımız müddetçe, toplumda bir birey olarak değil, çoğunlukla birilerinin bacıları, kız kardeşleri, yengeleri, eşleri, sevgilileri ve anneleri olarak anılmaya devam edeceğiz. Üstelik bu “ulvi rütbeleri“ alırken kutsallığımıza diyecek de olmayacak. Fedakârlıklarımız, şefkatimiz, empati gücümüz ve gözyaşlarımızla erkek bir sistemin içinde duygusal pencere önü çiçekleri gibi algılanmaya devam edeceğiz.
Fedakârlık, şefkat ve gözyaşları... Erkek bir sistemin kadınlar için tanımladığı özelliklerden birkaçı.
Oysa insandan bahsediyorsak, bunlar herkeste mevcut olmalı zaten. Kanımca, bunlara asıl ihtiyacı olanlar, bu duyguları kadınlara atfederek paçayı, günü, ülkeyi, hatta dünyayı kurtardığını sananlardır.
Kadınları ilk etapta damızlık gibi görüp, o kadınların evlatlarını savaşa gönderme konusunda gözlerini kırpmayanların ihtiyacı vardır bu duygulara örneğin. Şefkati, çifte standart bir duygu gibi görenlerin; vicdan kavramını sadece kendisine benzeyenler için harekete geçirilecek mekanik bir sayaç gibi algılayanların; sevgiyi sadece para ve iktidar için düşünenlerin... Asıl onların vardır bu duygulara ihtiyacı.
Anneler kutsalsa, kutsallıkları yaşama getirdikleri çoğulluktandır. Ve bu şahane devinimin karşılığı erkek egemen dilin içinde ne yazık ki henüz mevcut değil. Doğum görkemli bir çoğulluktur ama kadınlar sadece çocuk değil, özgür bırakıldıklarında yaşamı da doğurur. İşte esas kutsallık budur.
Yaşamın çoğulluğuna kadir olmak... Ne zaman savaşlar biter, ne zaman anneler evlatlarını devlet şiddetine kurban vermez, ne zaman kocaları, babaları, sevgilileri ve abileri tarafından öldürülmez, işte o zaman kutsallık kelimesinin anlamını en adaletli biçimde yeniden düşünebiliriz. Ve sağı solu kutsallaştırmak yerine sadece yaşama dikeriz gözlerimizi. Farklılıklarımızla güzel olduğumuzu görürüz.
Yaşamı paylaşmanın yeterli olduğunu fark ederiz... Belki, bir gün.
Yaşamı çoğaltabilen tüm kadınlara, bir kez daha minnetle.