Anlık bir zaman
.
1 Eylül Dünya Barış Günü’nde kafama kazınan kısacık bir anı sizlerle paylaşmak istedim. Ezidi bir kadın yolda düşüyordu. Kim bilir kaç saattir, hangi duygu savrulmasıyla yollarda yürümekteydi... Düşüyordu düşmesine ama benim zihnim onu orada bırakmak istemedi.
***
Yorgunluktan yere yığılan Ezidi bir kadının hafif bir savrulmadan, azıcık bir zamandan sonra, bir tavus kuşunun gerinen kanadında, zeytin ağaçlarının arasından kaybolup giden bir yolda, tanıklığın gölgesi, anka kuşunun iç sesiyle yoluna devam ettiğini hayal ettim.
Anlık bir zaman almıştı kendine gelmesi.
Kadının rüzgara değen elini, rüzgarın bu eli alıp çok uzaklara, sonsuzluğa taşıyacağına inanmak kolay olmadı başta. Ancak suyun üzerinde yürüyebilen gölgelerden olduğunu fark edebildiğimde anladım direncini. Filbahri kokusunu andıran bir bahardı kadın. Adı umursanmayan dağ çiçeklerinin binbir adı. Topraktaki gebeliğin umudu.
Anlık, azıcık bir zaman almıştı kendine gelmesi. Ama tümden inandırdı beni! Sanki evinin penceresinin pervazlarına dayanırcasına yeryüzüne bakıyordu. Gözbebekleri yorgunluğunun sığındığı korkudan kocaman olmuş, dalgalı saçlarındaki hale küçücük kalmıştı.
Yine de filizlendi kadın!
Her daim ağlayan yüreğine bir yıldız yerleştirdi ve yüzyılın en ateşli sorularından birisi olan ‘sen de kimsin?’ buyruğuna okuma yazmayı heceleyen yeni yetme bir çocuk gibi bir yıldız topuyla gülümsedi. Belki de bu yüzden bundan böyleki dili yaprakların gün yüzüne çıkmakta tereddüt ettiği, o diri yeşil rengiydi. Ne olursa olsun umut olacaktı kadın; bütün yürünen, geride bırakılan, yeniden, her seferinde başlanan, ve kararan, ve yeniden aydınlanan, ve bulanan, ve yeniden doğan, ve yeniden... Alışacaktı buna; kendinden öncekiler kadar, kendinden sonrakilere uzanan o ovanın uzayıp giden boşluğundaki zamansızlığa.
Kadınlar yürüyecek, yollarda düşecek ve tekrardan ayağa kalkacaklardı.
Kısacık bir zaman alacaktı kendilerine gelmeleri.
Fesleğen kokacaklar ve yollarına devam edeceklerdi.
Harita: Ne orada ne burada olacaklardı.
Mesel: Ne ölümde ne yaşamda olacaklardı.
Vücutlarındaki bütün damarlar küt küt atacak ve her biri birer tavus kuşuna dönüşecekti.
Yıllar sonra onlara, o tavus kuşlarına bakan ‘bu ne güzel bir şal’ diyecekti. Zamanla örülmüş motiflerine bakıp şaşıracaklardı. Yaşamla aralarına girenin ne olduğunu ise sanırım hiç kimse tam olarak anlayamayacaktı.
(Ezidi inancında tavus kuşu iyilik meleği anlamına geliyormuş)
***
Sizler bu satırları okuduğunuz sırada bir ekip olarak Hakkari’ye doğru yola çıkmış olacağız. ‘Barışın yolu uzun ama olanaksız değil’ diyerek.