Zehirlenmeler ve çözüme dair...
.
Türkiye’nin terörle mücadelesi uzun bir geçmişe dayanıyor. İçinde yer aldığımız coğrafyaya konuşlanan küresel merkezli vekalet görevi teröristleri muhatap aldıkça onun kanlı ve alçak yüzü var olmaya devam ediyor. Aslında süreklilikten öte araçsal bir evriliş söz konusu. Bu evrilişte temel dayanak, yani “topluma korku salmak ve esas gaye için anlaşmaya çekmek” düşüncesi değişmiyorsa da terörün şiddeti ve uyguladığı yöntemler değişiyor. Geriye dönüldüğünde Türkiye’nin bu değişme sürecine bakışının genellikle anlık çözümler ve yeniye adaptasyon şeklinde gerçekleştiği söylenebilir.
Hiç şüphesiz son çeyrekte yaşadığımız hadiseler, atılan yanlış adımlar ve haince örülen kumpaslar Türk ordusunun kurumsal dinamiklerine, motivasyon gücüne zararlar verdi. İdari hizmetlerin sivilleşmesi gerekliliği, askeri mekanizmanın ve ona ilişkin stratejik düşüncenin de aynı potaya atılması gibi bir yanlışlığa büründü. Bunlar bir iki yazılı kural değişikliği ile çözümlenecek şeyler değildi elbette...
Benzer bir konuyla ilgili Richard Pascal ve arkadaşları ABD Kara Kuvvetlerindeki değişim sürecini irdelerken şu temel cümleyi ortaya koyuyorlar : “Yöneticiler örgütsel dayanıklılığın yaşamsal belirtilerini tıpkı doktorların hastaların sağlık durumunu ölçtükleri gibi ölçebilirler.”
Manisa’da son olarak 731 askerimizin zehirlenmesine neden olan gelişmeleri bu bakış açısıyla irdelemek önemli ve katkı sağlayıcıdır. Dahası, bundan da vahim olaylar için önlem alabilme fırsatı sunuyor. Geçtiğimiz gün Kastamonu’da yaşanan benzer bir olay ülkenin farklı yerlerinde de bu tehlikeyle karşılaşabileceğimizi gösteriyor. Düşünsenize siber saldırıların bile sıradanlaştığı bir dönemde birçok terör örgütüyle mücadele ediliyor. Böyle bir mücadelenin asli unsurları olan askerlerimizin nasıl bir güvenlik açığıyla karşı karşıya olduğu acaba şimdi mi aklımıza geliyor?
Son olaylarla ilgili iki açıklama dikkat çekiyor. Birincisi Başbakan Binali Yıldırım’ın “şu anda bazı şüpheler var” demesi ve gıda alımlarında pazarlık usulüne gidilebileceğini vurgulaması. İkincisi ise Manisa Cumhuriyet Başsavcısı Şimşek’in “bazı grupların provokasyon, kaos ortamı oluşturmak amaçlı” bu olayı kullandığına yönelik açıklaması.
Öncelikle bu hizmetin özel sektörden satın alınması 2007 yılındaki yasayla alakalı. Halen “Kazandan besleme” olarak geçen devlet tarafından karşılanan besleme, 2007 tarihli 5668 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Besleme Kanunu ve ilgili yönetmeliklere uygun şekilde yapılıyor. Yasada birim fiyatların belirlenmesinde her gıda maddesinin birliğe maliyetlerinin esas alınacağı belirtiliyor. Bu maddenin özel sektörün üreteceği kalite açısından bir kısıt yaratıp yaratmadığını araştırmak gerek. Ayrıca bunu dışardan değil de öz kaynaklarınızla gerçekleştiriyor olsanız bile matematiksel olarak sabotaj ihtimalini sıfırlamanız için tek yol var. GÜÇLÜ ve ÇAĞDAŞ bir DENETİM...
Şu an zehirlenme hadiselerinin arkasında bir kasıt olup olmadığını savcılık araştırıyor. Haliyle ülkemizdeki denetim süreçlerinin genel olarak standartlardan sapma ihtimali burada da herkesi kuşku ve endişe içerisinde bırakıyor. Nereden bakarsanız bakın ciddi bir yönetsel ihmal/eksiklik olduğu ortada. Gıdaların temizliği, uygunluğu ve kalitesi acaba nasıl bir mekanizma ile denetleniyor? Yalnızca yazılı prosedürlerin yerine getirilmesi denetlemenin kalitesi için yeterli mi?
Bunlar konuşulmalı, tartışılmalı ve en doğru yöntem bulunmalı...