Küresel köyün vatandaşları size sesleniyorum...
.
1990’lı yıllarda gündemimize giren Küreselleşme kavramı ülke ekonomilerini ve milli birliktelikleri tehdit ediyor. Hepimiz giderek birbirine eklemlenen ve acımasız rekabete dayalı büyük bir köyün kentsel görünümlü üyeleri haline geliyoruz.
Belirli tüketim alışkanlıklarımızın nasıl yönlendirildiğini ve hergün defalarca tıkladığımız bilgisayar sistemlerinin her birimizi nasıl kuşattığını bir düşünün...
Afganistan’da su kuyusunun olmadığı yere “Cola” ve benzeri içeceklerin nasıl ulaştığını sorgulayın.
Küreselleşme gerçeği ile hemen yüzleşeceksiniz...
Böyle bakıldığında bugün dev şirketlerin fayda sağladığı, ülkeleri sömürdüğü küreselleşme makinesinin bir emperyalist icat olduğu kanaatine kapılmayın sakın. Soğuk savaş sonrasındaki dengeler bu süreci başlattı ve en zengin 200 kişinin serveti dünyanın yarısının gelirinden fazla artık...
Küreselleşmenin neticeleri öylesine bir üyelik getiriyor ki giriş ve çıkış kararı sizin elinizde değil. Ancak bu küresel sistem içinde mücadelenin yeni yöntemlerini geliştirmek size düşüyor. Özellikle son dönemde dile getirilen “küresel düşünüp yerelde uygulamak” yaklaşımı Mevlana’nın pergeline benziyor. “Bir ayağımızla asla bırakmamız gereken yerde durmak, bir ayağımızla 72 Milleti dolaşmak”...
Hatta kimi araştırmacılar bu tehdidi en aza indirmek için “küresel vatandaşlık” kavramını dile getiriyorlar. Burada insanlığın dikkat edeceği 3 şey var. Güçlü ahlak, şeffaf/kurumsal bir yönetim ve dünyadaki muhataplarımızla derin bağlantılar kurmak...
Yani bizler her gün işe giderken ya da sıradan gördüğümüz yaşamımızda rutin adımlar atarken böyle bir küresel iklimde nefes alıp veriyoruz.
Elbette bizden önce devlet bu tehditle karşı karşıya ve siyasetin çareler üretmesi önemli.
Küresel bir yatırım bankası olan Goldman’ın yöneticilerinden Robert Hormats’a göre politikacılar için oldukça ürkütücü bir durum bu... Çünkü küreselleşmeden fayda sağlamak ve yarattığı depremden korunmak tam bir meydan okuma.
Takdir edersiniz ki böyle bir siyaset kadrosu her ülkeye adaletli dağılmıyor.
Biliyorum...
Bunları irdelerken kendi içimizdeki siyaset yarışı hemen aklımıza geliyor. Oysa o yarışın üyesi olan siyasi partiler de çoğu zaman bu küresel yönlendirmenin etkisinde kalıyor.
Eğer büyük resme bakarsak yeteneklerini kullanıp fayda sağlayanların dışında geniş kesimlerin güvence altına alınmasının birçok ülke gibi bizim de temel sorunumuz olduğunu görürüz. Bunun diğer adı açlık, yoksulluk ve gelir adaletsizliğidir.
Bu konuda ABD ve Lincoln dönemi iyi bir örnektir. Amerika iç savaşının ortasında ulusal kurumların şemsiyesi altında güçlü bir ekonomi ve geniş tabanlı bir orta sınıf meydana getirildi. ABD onun iktidara geldiği 1861’den sonra belki de tarihindeki en büyük reformlar sürecini gerçekleştirdi.
Gelin bu ilkeleri ülkemizi yönetenlerin bilgisine sunalım.
(1) Düşük ve orta gelir gruplarının yukarı hareketliliğini kolaylaştırmak, (2) Ülke ekonomisinin önemini bölgesel meselelerin üzerine çıkarmak, (3) Sağlam devlet kurumları ile ezilenleri ölçülü şekilde desteklemek, (4) Şuanki ulusal durumumuza göre politikalarımızı uyarlamak, (5) Ve belki en önemlisi darbe girişiminin ardından krizi eşsiz bir reform fırsatına çevirmek.
Peki kim yapacak bunu? Kaosun kendisi reformu nasıl gerçekleştirecek?
Yönetenler ve yönetime talip olanlar ne düşünüyor?
İşte ona da siz karar veriyorsunuz...