Şampiy10
Magazin
Gündem

Başbakan’a “Zulaları var” dedikodusunu yapan işadamı kim olabilir?

Dünyada işlerin karıştığı son dönemde “Bizde ABD’deki gibi mortgage krizi olmaz çünkü TOKİ bizim sigortamız” diyebilen, krizin hamdolsun Türkiye’yi teğet geçmekte olduğunu müjdeleyen Başbakan’ın son bombası zuladaki para tartışması oldu.

Reel sektörün desteklenmesi gerektiğini ısrarla vurgulayan iş dünyasına Başbakan, “Sizin zulanızda para vardır. O para size 2 yıl yeter” diyerek cevap verdi. Sözün özü ‘boşuna ağlamayın bana kendinizi acındıramazsınız. Zırnık yok’ demeye getirdi.

Başbakan “Zulanız var” sözlerinin altının boş olmadığını, bir haber kaynağına dayandığının da altını özellikle çizdi.

“Bizim de bu konularda bildiğimiz şeyler var. Çünkü bu çevrede yakın dostlarımız bize bilgi veriyor. Sözkonusu kişilerin en az 2 yıl yetecek zulaları olduğunu söylüyorlar” dedi...

Başbakan’a bu zula dedikodusunu yapan, istihbarat uzmanı gibi çalışan işadamının kim olduğunu merak ettim doğrusu.

Başbakan’a yakın işadamları denince Cihan Kamer, Ahmet Çalık, Ethem Sancak, Remzi Gür, Cüneyd Zapsu, Mustafa Albayrak ilk akla gelen isimler.

Şimdi bir fikir jimnastiği yapalım.

Ahmet Çalık, Başbakan’a yakın ancak Başbakan’ın ima ettiği sözkonusu kişilere uzak. Çok fazla cemiyet hayatı içinde görünmez. Göründüğünde de sadece ahbapları ile birarada olur. Sessiz sakin biri.

Ahmet Çalık’ın yanında bir de Başbakan’ın damadı Berat Albayrak var. Ama Başbakan bilgi veren yakın dostlarından bahsettiği için onu da hiç düşünmeden eliyorum. Berat olsa Başbakan ‘aralarında akrabalarımız var’ derdi herhalde...

Remzi Gür, Ahmet Çalık’a göre daha sosyaldir ancak o da Türkiye’de fazla bulunmaz. Zamanının büyük bölümünü İngiltere’de geçirir.

Cihan Kamer, çok uzun süredir “Başbakan’a en yakın işadamları” listesinde yer alır. İşdünyası da bunu bilir. Yani biraz fazla deşifredir. Hiç kimsenin kalkıp da Kamer’in içinde bulunduğu bir ortamda finansal bir gövde gösterisi yapacağını, zulasından bahsedeceğini sanmıyorum.

Cüneyd Zapsu tabiri caiz ise bir hayli ketumdur. Gölge gibidir. Katıldığı toplantılarda bir görünür, konuşması varsa yapar ve kayboluverir.

Ahmet Albayrak’ı fazlaca tanımıyorum. Ancak Erdoğan’ın sözünü ettiği zulalı işadamları arasında çok fazla boy gösterdiğini görmedim.

Listeden elemeler yaptıktan sonra istihbarat uzmanı gibi çalışabilecek tek isim kalıyor geriye.

O da Ethem Sancak.

Hedef Alliance ile ilaç dağıtım sektörünün yüzde 40’ına hükmeden Star Gazetesi ve Kanal 24’ün de patronu olan Ethem Sancak, TÜSİAD’ın Yönetim Kurulu Üyesi’dir.

Yani Başbakan’ın sözünü ettiği, zulalarında 2 yıllık para olduğunu düşündüğü çevreye en yakın isimdir.

Ve kendi deyimi ile o bir Başbakan hayranı, Erdoğan sevdalısıdır...

Tanışanlar Ethem Sancak’ı çok sevimli bulurlar, çok içten olduğunu düşünürler. Hatta kendisinde şeytan tüyü olduğuna inanırlar.

Ethem Sancak’ın Başbakan ile ilgili yaklaşımını kendi ağzından aktarıyorum: Şu anda en önemli idolüm o. Çünkü ideallerime uygun davranıyor. Kendimi çok yakın görüyorum ona. Ben AKP’li değilim. Ama çok iyi bir dostluk oluşturduk. Adamın sevdalısıyım.

Ethem Sancak, TÜSİAD’ın Sosyal İşler Komisyonu Başkanı’dır aynı zamanda.

İki gündür düşünüyorum düşünüyorum...

Başbakan’a bu zula iddiasını gündeme getirtecek başka isim gelmiyor aklıma...

Tarabya-Kireçburnu arasında yürüyordum, bir yol yalısının yeni sahibinin Ethem Sancak olduğunu, yalıda restorasyon çalışmalarına da başlandığını gördüm haftasonu...

Aklıma takıldı. Sancak’ın da zulası var mıdır acaba?

Yazının devamı...

Bu formülle enerji asla ucuzlamaz

Doğalgaza bir gece yarısı aniden gelen yüzde 22.5’lik şok zam herkesi kızdırdı. Tepkiler yoğunlaşınca Enerji Bakanı Hilmi Güler yanına BOTAŞ Genel Müdürü’nü alıp, bir matematik profesörünün bile zor anlayacağı karmaşık bir formülden bahsederek kamuoyunu zamma ikna etmeye çalıştı.

İkna edebildi mi?

Kesinlikle edemedi.

Formülü ortaya koyarken, somut olarak formülün içini, gaz fiyatıyla ve dolar kuruyla doldurmadılar, formülü havada bıraktılar.

Bakan Güler’in o toplantıda şu sözleri dikkatimi çekti: “Ne dolar kurunu ne de doğalgazın fiyatını biz belirlemiyoruz. Biz 1.5 trilyon dolarlık doğalgaz pazarında yüzde 2’lik paya sahip küçük bir oyuncuyuz.”

Türkiye maalesef fiyatını belirleyemediği bir ürüne dibine kadar mahkum bırakılmıştır.

Yani ne kaynak kontrolümüzde ne de fiyatı...

Peki bu kaynağa ne kadar bağımlıyız?

2009 yılı programına göre elektrikte arz güvenliği açısından kritik günler geçiren Türkiye’nin enerji ihtiyacını ithal kaynaklardan karşılama oranı yüzde 73.1’e çıkacak...

Bu enerjide tam bir teslimiyetçiliktir.

Doğalgaz Rusya’dan, İran’dan akmaya devam ederse Türkiye karanlıkta kalmayacak. Aksi olursa, yandı gülüm keten helva.

Peki bu tablodan kurtulmak için bir çaba, bir niyet var mı?

Aslında var gibi ama gerçekte yok...

Yenilenebilir enerji Türkiye için bir çıkış yolu. Bunu herkes kabul ediyor.

Ancak bugün itibarıyla rüzgar enerjisi ile üretilen elektrikte fiyat alım garantisi sadece 5 euro/cent’tir. Dünyada likiditenin iyice daraldığı, paranın maliyetinin arttığı bir ortamda bu alım garantisi ile bir yatırımcının finansman bulabilmesi neredeyse imkansızdır. Yani ölçümlere göre Avrupa’nın ikinci en kuvvetli rüzgarının estiği ülkede, rüzgar boşu boşuna esmeye devam edecek demektir. Tıpkı yıllarca suyun boşa aktığı gibi.

“Su akar Türk bakar” sözünü bugüne “Rüzgar eser, Türk seyreder” şeklinde uyarlayabiliriz.

5 euro/cent’lik fiyat alım garantisi, bu alanda yatırımcının önünü açmamak, doğalgaz lobisine teslim olmak anlamına gelmektedir.

Bakın Avrupa ne yapıyor?

Rüzgar enerjisine yatırım yapanlara bazı ülkelerde verilen geri alım garantileri şöyle: Romanya’da 10.4 euro/cent. İtalya’da 19.9 euro/cent. Yunanistan’da 8 euro/cent. İngiltere’de 11.5 euro/cent. Fransa’da 8.2 euro/cent. Almanya’da 8.3 euro/cent. Portekiz’de 8.8 euro/cent.

İşte bu verilen teşvikler sayesinde rüzgarda kurulu güç İspanya’da 18 bin MW’yi, Almanya’da 33 bin MW’yi, Yunanistan’da bile 3 bin MW’yi geçmiş vaziyette.

Bizde ise o kadar tantanaya rağmen rüzgarda kurulu güç sadece 400 MW seviyesinde. Yani toplam kurulu gücün yüzde 1’i bile değil. 5 euro/cent’lik alım garantisi ile de bugünkü şartlarda bu yatırım seviyesinin ileriye gitmesi mümkün görünmüyor. Bakanlık aslında rüzgara çok sıcak değil. Ya rüzgar esmezse mantığı ile olaya yaklaşıyorlar. O zaman şu olasılıkları da dikkate almak lazım.

Ya nükleer santral patlarsa...

Ya yağmur yağmazsa...

Ya Putin bir sabah solundan kalkarsa ve bize gönderdiği gazı keserse...

NOT: Dünkü sıcak gelişmeye göre Enerji Bakanı hakkında bir gensoru önergesi verildi. Ancak sonuç çıkmaz, bakan da düşmez. AKP milletvekillerinin oyları ile Bakan Güler yerinde kalır.

Bu gensoru en azından enerji politikalarının TBMM’de enine boyuna tartışılma şansını yaratabilir. Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığı masaya yatırılabilir. Zira bu anlayış formülü ile Türkiye’de enerjinin fiyatının ucuzlaması mümkün değildir...



Yazının devamı...

Hep aynı yaygara

Turkcell’in “Mustafa” filminin sponsorluğundan çekilmesini haber yapan gazeteci olarak, yoğun tartışmaların ardından dün “Mustafa tartışması ve medya faşistliği” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Her zamanki gibi fazla uzatınca, lafın bir kısmı bugüne kaldı. Analize devam ediyorum.

Dünden kısa bir hatırlatma yapalım: Turkcell’in sponsorluktan çekilme haberi VATAN’da yayınlanınca, Çukurova medyası yapılanın medya faşistliği olduğunu ileri sürmüştü. Çünkü Turkcell VATAN’a ilan vermiyordu, onlara göre VATAN da Turkcell’den intikam alıyordu.

Ben de bu suçlamaya karşılık “Bir şirketle ilgili doğru ve olumsuz bir haberi, o şirketin reklam verdiği mecralarla ilişkilendirmenin medya faşistliğinin ta kendisi olduğunu” söylemiştim. Çok büyük kitlelere hizmet veren Turkcell gibi şirketlerdeki, “bazı kesimlerin tepkisini çekebilecek kültürel faaliyetlerden uzak durma dürtüsü” ne kadar doğalsa, bunun haberinin yapılmasının da o kadar doğal olduğunu anlatmaya çalışmıştım.

Bu arada SABAH gazetesi, dün bu olayla ilgili “Mustafa’nın arka yüzü” manşetini atmış. Serdar Turgut’a göre biz medya faşistiyiz. Peki SABAH’ı nasıl tanımlamak lazım. Başkasının tartışmasına atlayan “medya oportünisti” mi? Başkasının krizinden nemalanma çabası mı? Küresel krizden fırsat çıkartmaya çalışıyoruz ya, SABAH da Mustafa krizini mi fırsata çeviriyor? Artık uygun tanımı Serdar Bey bulur.

250 milyon dolar lüplendi

Özetle, Çukurova medyasının kendi gruplarıyla ilgili her olumsuz haberin ardından “Hepsi yalan. Bu yalan haberlerin nedeni medya rekabeti” yaygarası yaptığını söylemiştim.

Gerçekten de her zaman aynı yaygarayı yapıyorlar.

Örnek çok da, ben sonuncusunu vereyim...

17 Nisan 2008 tarihli VATAN’ın sürmanşeti şöyle: Karamehmet’e ikinci TMSF darbesi. Olay şu: Karamehmet, Mart 1996’da sahibi olduğu Interbank’ı Cavit Çağlar’a satıyor. Devir yapılmadan önce Interbank Çağlar’ın, Kasap Sokak’ta kurulan paravan şirketlerine 250 milyon dolar kredi açıyor. Bu para el altından Çukurova’ya aktarılıyor. (Bankadan düpedüz 250 milyon dolar çalınıyor) Soyulup soğana çevrilen banka 1999’da TMSF’ye geçiyor. (Zarar halkın sırtına yükleniyor) TMSF zararı tahsil etmek için bankanın son sahibi Çağlar’la masaya oturup borç tasfiye protokolü yapıyor. Çağlar protokole uymayınca, TMSF bu kez Çukurova’ya gidip, “250 milyon dolar sana gitti, faiziyle birlikte 530 milyon dolar ödeyeceksin” diyor.

Bu arada, İktisat Bankası’nı batıran Erol Aksoy’dan alacağını tahsil edemeyen TMSF, Aksoy’un Show TV’de yaklaşık yüzde 13 hissesi bulunduğunu tespit ediyor. Kontrolü Karamehmet’te olan bu şirketteki Aksoy hisseleri de TMSF’ye geçiyor, yönetim kuruluna da TMSF temsilcisi atanıyor.

Sonra...

Sonra aynı film devreye giriyor.

Çukurova Grubu “Yok böyle şey, bize tebligat yapılmadı” diye bir açıklama yapıyor. Çukurova medyası da olayı medya rekabetine çekerek “VATAN’ın yalanı” tiyatrosuna başlıyor.

Çukurova dışındaki nema avcısı ‘Selocan’lar da (aslında tilkicanlar veya çakalcanlar demek lazım) devreye girince, okuyucu da medya patronları birbirini yiyor zannediyor.

Rehin hisse sıkıntısı

Tiyatro hep aynı. Devlet adamı yakalamış, “Ver halkın parasını diyor”... Bunlar “Alçak, aç gözlü rakip medya yalan haberlerle bize iftira atıyor” yaygarasına başlıyor.

Sonra ne mi oluyor?

Bankayı satarken 250 milyon doları cebe atan Çukurova TMSF’yle masaya oturuyor. Önce direniyorlar, sonra “Tamam haklısınız, Interbank’ı satarken el altından 250 milyon dolar lüpledik. Ödeyelim ama biraz iskonto yapın” kıvamına geliyorlar.

530 milyon dolarlık borç, 398 milyon dolara indiriliyor. Libor artı 1 faizle 9 yılda ödenmesi konusunda anlaşmaya varılıyor.

Şimdi sormaz mıyım ben size?

VATAN haberi virgülüne kadar doğru içerikle yazıyor.

“İftira, yalan... Aç gözlü, doyumsuz medyanın uydurması” diyorsunuz.

Sonra, grubun patronu gidip “Evet 250 milyon dolar lüpledik. Borcumuz neyse ödeyelim” diye TMSF’yle anlaşma imzalıyor.

Hangisi medya faşistliği?

Bizim yaptığımız mı, sizinki mi?

Bu kadar teorik yazı yazdık, bari bir de haber verelim:

Interbank’ın içinin boşaltılması hadisesinde ’TMSF ile Çukurova 398 milyon dolar ödenmesi konusunda anlaşmaya vardı’ demiştik. Anlaşmaya varıldı varılmasına da, Çukurova borcun 9 yıla yayılması karşılığı TMSF’nin istediği teminatları hâlâ veremedi.

Bildiğim kadarıyla TMSF Turkcell, Digiturk ve BMC gibi şirketlere ait hisse senetlerini teminat istiyor.

Eh, Turkcell olmaz. Oradaki yüzde 13.8 hisse Ruslar’a teminat verilmiş. Çukurova’nın başka da rehin verecek hissesi yok Turkcell’de.

E o zaman, Digiturk veya BMC hissesi ver.

Galiba orada da sancı var. Çünkü o hisseler de çok büyük bir Amerikan bankasından alınan kredi karşılığında rehin verilmiş.

İşe bak Çukurova medyası Karamehmet’in şirketlerini cansiperane savunuyor ama

Turkcell diyorsun, azınlık hisse var, o da Ruslar’a rehin.

Digiturk diyorsun, yüzde 47’si yabancı bir fona satıldı, kalanı Amerikan bankasına rehin.

Show TV diyorsun, devlet ortak.

Açılan davalarda tarafların sahiplik iddia ettiği hisselerin toplamı şaka gibi ama yüzde 150’yi aşıyor.

İddaa var, bildiğim kadarıyla o da Amerikan bankasına rehin.

BMC’de durum ne bilmiyorum da, bu şirketin hisselerinin de kasada durduğundan şüpheliyim.

Bir de denizcilik filosu var ki, kriz nedeniyle o sektörde de durum vahim.

O zaman bu kadar medya yaygarasına ne gerek var diyesi geliyor insanın.

Yazının devamı...

Mevduata tam güvence için ilk adımı dün attılar

Başbakan Erdoğan, 23 Ekim’de Ankara’da yapılan sanayi envanteri bilgilendirme sunumu sırasında bir soru üzerine mevduata tam güvenceye sıcak bakmadıklarını belirtse de, Hükümet mevduata 2 yıl boyunca tam güvence getirecek adımı dün attı. İki AKP’li milletvekili TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşmeleri süren ’Bazı Varlıkların Milli Ekonomiye Kazandırılması Hakkında Kanun Tasarısı’na bir madde daha eklenmesi için önerge verdi. Kabul edilen önerge ile mevduatta güvence sınırını belirlemede Bakanlar Kurulu tek yetkili oluyor. Hemen belirtelim ki Hükümet sözkonusu yetkiyi yasa çıktıktan ve Köşk tarafından da onaylandıktan sonra hemen uygulayacak. Yani 2 yıl boyunca mevduata tam güvence getirilecek. Mevduatta halen güvence sınırı 50 bin YTL. Mevduatların dağılımına bakıldığında bankalardaki paranın yüzde 55’lik kısmının 50 bin YTL’den az olduğu yani sigorta kapsamında olduğu görülüyor. Ancak Hükümet, yurtdışından blok halinde 50 bin YTL’nin çok çok üzerinde miktarların gelmesini hedeflediği için, bu güvenceyi vermenin şart olduğunu, yabancı ülkelerin haksız rekabeti ile karşı karşıya olduğunu gördü.

Üçüncü yol neden seçildi?

Şimdi biraz işin teknik kısmına bakalım. 5411 sayılı Bankalar Kanunu’nun 63’üncü maddesi, güvence tutarı ve kapsamını TMSF’nin belirleyeceğini söylüyor. Ancak madde incelendiğinde TMSF’nin bu kararı tek başına alamayacağı, kararda Kurul yani BDDK, Merkez Bankası ve Hazine Müsteşarlığı’nın olumlu görüşünün de aranacağı belirtiliyor.

Mevduata güvence limitlerinin artırılmasına olanak verecek, yine aynı Kanun’da bu kez 72’inci maddede bir başka düzenleme daha var. Sözkonusu madde ’sistemik bir risk oluşması halinde’ çalıştırılacak şekilde düzenlenmiş. Bu maddeye göre, finansal sistemin bütününe sirayet edebilecek ölçüde bir olumsuz gelişmenin ortaya çıkması halinde BDDK devreye giriyor. BDDK’nın koordinasyonunda TMSF, Hazine Müsteşarlığı ve Merkez Bankası tarafından müşterek tespitlerle olağanüstü tedbirler belirleniyor. Alınması istenen bu olağanüstü tedbirleri uygulamak için de Kanun, Bakanlar Kurulu’nu yetkilendiriyor.

Yani aslında Bakanlar Kurulu’nun mevduata güvence yetkisini kullanmak için elinde bir yol vardı. Ancak bu yol dolaylı bir yoldu. Önce TMSF gibi BDDK gibi özerk kurumların devreye girmesi, durum tespiti yapması sonra konunun Bakanlar Kurulu’nun önüne gelmesi gerekiyordu. İş uzayabilirdi.

Bakanlar Kurulu üçüncü bir yolu devreye sokmayı tercih etti. Bankalar Kanunu’nun mevcut durumu dikkate alındığında bile, Bakanlar Kurulu’nun bu yetkiyi bir an önce uygulayacağı, zaten kendini belli ediyor.

Almanya’nın dahi mevduata tam güvence verdiği bir ortamda, Türkiye’nin yurtdışındaki parayı çekmek için bu güvenceyi vermesinin zorunlu olduğu zaten tartışılıyordu. Başbakan’ın adaletsiz anlayış dediği uygulama yakın gelecekte devreye girecek.

Yazının devamı...

Turkcell neden Mustafa filmine sponsor olamadı?

Bu yıl, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 70’inci ölüm yıldönümü. Bugüne kadar Atatürk ile ilgili yapılmış film ya da belgesellerde, hep kahraman bir lider gösterildi. Atatürk yüceleştirilirken, insan yönünü toplum olarak atladık. Türk şairi, edebiyatçısı, romancısı da atladı.

Can Dündar’ın ‘Mustafa’ filmi işte böyle bir boşluktan çıktı. O yüzden de adı Atatürk değil, Mustafa oldu.

Dündar, “Mustafa” projesine start verdiğinde filmine sponsor arayışına girdi.

Turkcell, sponsorluk teklifine olumlu yanıt verdi. Can Dündar ile Turkcell yetkilileri arasında toplantılar yapıldı ve el sıkışıldı. Edindiğim bilgilere göre Turkcell bu projeye yaklaşık 350 bin euroluk bir destek vermeyi kabul etti.

Ancak film bittikten sonra ilginç bir gelişme yaşandı.

Turkcell’in CEO’su Süreyya Ciliv, filmin bir kopyasını istedi.

“Sponsoru olduğumuz filmi izlemek istiyoruz. Bu konuda yönetimdeki diğer arkadaşlarımızın da görüşünü almak istiyorum” dedi.

Filmin bir kopyası Turkcell’e gönderildi. Turkcell üst yönetimi filmi izledi.

Filmi izlendikten sonra ani bir kararla Turkcell filme sponsor olmaktan vazgeçti.

Can Dündar’a sponsorluktan çekilme nedenine dair herhangi bir açıklama yapılmadı.

Ancak Turkcell yönetiminde filmi izledikten sonra ortaya çıkan ve sponsorluktan da geri adım atılmasına neden olan görüş şuydu: “Bizim Turkcell olarak toplumun her kesiminden müşterimiz var. Böyle bir filme sponsor olarak müşterilerimizin bir kısmını karşımıza alma riskini üstlenemeyiz.”

İnsanın inanası gelmiyor ama ne yazık ki Turkcell ve Mustafa filminin yöneticileri arasında iplerin kopmasına, Turkcell yönetiminde ortaya çıkan bu görüş neden oldu.

Filmin senaristi ve yönetmeni de olan Can Dündar, Turkcell’in son saniye golü ile zor duruma düşmüştü. Neyse ki devreye Sabancı Holding girdi. Can Dündar ile görüşen Güler Sabancı, Mustafa filmine, Holding olarak sponsor olmayı kabul etti. Yine edindiğim bilgilere göre Sabancı Holding’in filme sponsorluk katkısı yaklaşık 300 bin euro civarında olacak.

Yarın vizyona girecek Mustafa filmini görmek için, umuyorum ki milyonlarca Türk izleyici sinema salonlarına koşacak ve yine umuyorum ki Mustafa filmi, Sabancı Hloding’in katkıları ile bir Recep İvedik’ten daha fazla seyirci toplayacak.

Yazının devamı...

Kredi bulma şansı yüzde 1 bile değil, ‘0’

G.SARAY Kulübü, dünya finans piyasaları olağanüstü günler yaşarken hararetli bir olağanüstü genel kurul toplantısı yaparak Goldman Sachs International’a kredi yetkisi verdi. Anlaşmanın detaylarına bakıldığında bunun 100 milyon dolarının nakit kredi, 50 ile 70 milyon dolar arasındaki bir bölümünün ise tahvil ihracı ile sağlanacak bir finansmandan oluşan iki ayaklı bir model olduğu anlaşılıyor.

ŞİMDİ soru şu: Dünya böylesine olağanüstü bir krizden geçerken, G.Saray bu krediyi bulabilir mi? İhraç edilecek tahvillere müşteri çıkar mı? Bu soruya cevap vermeden önce dünya spor sektöründe neler oluyor ona bakalım...

KRİZ, spor sektörünü fena halde vurdu. Dünyanın kalburüstü firmaları tel tel dökülünce anlı-şanlı kulüpler kendine sponsor bulamaz oldu. Sigorta devi AIG güç bela ayakta kalınca 90 milyon dolarlık göğüs reklamı yaptığı M. United ile anlaşması zora girdi. West Ham United, kulübe göğüs reklamı veren XL Leisure Group battıktan sonra henüz kendine yeni bir sponsor bulamadı. İtalya’nın en büyük kulüplerinden biri Lazio da hâlâ kendine sponsor bulabilmiş değil. İngiltere’de Premier Lig’in iflas edip etmeyeceği tartışılıyor.

TÜM bunların sebebi küresel kriz. Korku endeksi son yılların rekorunu kırıyor. Dünya resesyonu (durgunluk) konuşuyor. Durgunluk=İşsizlik. İşsizlik=Mal ve hizmet satamamak. Bu durumda yatırım yok, büyüme yok. Her ne kadar bu dönemde futbol bir teselli, bir afyon olsa da bu endüstriye ayrılan pay azalacak. Diğer yandan işsiz kalmış olanların, zaten daralan bütçelerinden futbola pay ayırmaları zorlaşacak. Uzaktan izlemeyi tercih edecekler.

TV gelirleri, kombine ve bilet satışları düşecek. Bu işin futbol kısmı.

BİR de nakit kısmı var ki, orası tam felaket. Dünyada para sıkışıklığı had safhada. Merkez bankaları olmasa, bankaları fonlamasa, finans sistemi kilitlenecek. Kimse kimseye güvenmiyor. Bono piyasasında rahatlama emareleri henüz yok. Tam tersine, ABD hazine bonolarına olan talep yeniden “hortladı.” Çünkü korku bitmiyor. ABD Hazine bonoları güvenli liman. Şu havada yatırımcıya ‘ABD Hazine bonosu mu G.Saray tahvili mi?’ diye sorarsanız size gülerler.. Kimse faizine bakmaz bile.

NAKİTİN kral olduğu dönemdeyiz.

FİNANSAL piyasalardaki bu ‘kilit’ çözülmeden kimse ‘eğlenceye’ para yatırmaz. GS’nin yetkilendirdiği Goldman Sachs da bu düğümü kendi başına çözemez. Hele ki kendisi bu krizde “yatırım bankası” olma ayrıcalığını yitirmişken..

DÜNKÜ genel kurulda bazı üyelerin haklı eleştirilerini takip ettim. Bu ortamda kredi bulmanın imkansızlığına, hadi bulunsa bile maliyetine dikkat çekiyorlar. Dolar bazında yüzde 7’nin üzerindeki bir borçlanmaya yetki verilmemesini talep edenler vardı ki, haklılar. Zira yüksek kredi maliyeti G.Saray’a bir doğru yapayım derken daha farklı bir fatura da çıkarabilir.

G.SARAY yanlış bir halka açılma modeli seçti. Bugün gelinen noktada da tıkandı. Çünkü tüm gelirler, halka açık şirkette. O şirket ise başka ellerde. Bu gelir getiren şirketi, yeniden bünyeye alma gayreti haklı ve mecburidir. Yoksa kulüp bir yerde tıkanacak. SPK ise birleşme öncesi Borsa’da çağrı yapılmasını şart koşuyor. Zaten bu kredi de o çağrıyı yapabilmek için isteniyor.

ANCAK bu ortamda G.Saray’ın daha doğrusu Goldman Sachs’ın çağrıyı yapacak krediyi bulma şansı yüzde 1 bile değildir. Başlıkta da belirttiğim gibi sıfırdır.

Yazının devamı...

TÜSİAD’da ‘kriz’ çatlağı

TÜSİAD’da hem Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç, hem de TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ uzunca bir süredir ısrarla, “Bize birşey olmaz. Hamdolsun krize hazırlıklıyız” dar penceresinden global krizi yorumlayan Hükümet’in dikkatini bu noktaya çekecek uyarılarda bulunuyor.

Başbakan’ın tepkisini çekme, onu kızdırma pahasına yapmaya da devam ediyorlar.

Sadece Koç ve Yalçındağ da değil, Türkiye’nin önde gelen sanayicilerinden tüccarlarından da benzer uyarılar geliyor.

Duayenler de uyarılarda bulundu

Örneğin Bülent Eczacıbaşı. Eczacıbaşı “Krizi küçümseyemeyiz. Rüzgar değişti, fırtınaya döndü. Üretim daralmasına kafa yormak lazım” diyor.

Hatırlayın, Mustafa Koç, hem CNR’daki otomobil fuarının açılışında, hemen ardından Tekirdağ’daki ağaçlandırma kampanyası töreninde işsizlik sorununa vurgu yaptı. Önümüzdeki süreçte işsizliğin Türkiye’nin büyük sorunu olabileceğine dikkat çekti. Türkiye’nin çok hızlı hareket ederek IMF çıpasına sarılmasının hayati öneme sahip olduğunu söyledi.

Çek Cumhuriyeti Başbakanı Topolanek ile bir kahvaltıda buluşan TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ da aynı günlerde “Çok tedirginiz, ekonomik krizin ciddiyetle ele alınması gerekiyor” diye konuştu. Hemen akabinde Koç Üniversitesi’nde katıldığı bir konferansta yüzyılın krizine Türkiye’nin 45 milyar dolarlık cari açıkla yakalandığını, krizden zarar göreceğimizi, büyümenin yavaşlayacağını vurguladı. Hükümete seslenerek “Piyasaları hazırlıklı olduğumuza ikna etmeliyiz. Bize bir şey olmaz söylemleri ekstra tedirginlik yaratıyor” dedi.

Hem Koç, hem de Yalçındağ, sert uyarılarına dünkü Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı’nda, TÜSİAD’ın ağır toplarının da katılımı ile devam ettiler. Koç “İş dünyası olarak kaygılıyız, düşünceliyiz. Altı yeterince doldurulamayan ‘Her şey kontrol altında’ söylemi terk edilmeli. Eleştiri ve tartışmalardan rahatsız olarak onları bastırmaya çalışmak, siyaseti sürekli çatışma ve kutuplaşma tonunda sürdürmek, bu çatışma ortamının etkisiyle siyasal istikrarsızlık algısını güçlendirmektedir. İhracat pazarlarımız finansal krizi derinlemesine yaşıyor. Bu pazarlardaki büyüme muhtemelen sıfıra yakın düzeyde gerçekleşecek. Bu bizim sanayimize yavaşlama olarak yansıyacak” diye konuştu.

Yalçındağ da dün “Devir devletin özel sektörün bir arada olma devridir. Önerilere kulak verme devridir. Konuşanı susturma ‘Biz gerekeni yaparız’ diyerek tartışmaları bastırma, elini taşın altına koyan, istihdam yaratan, yatırım yapan, sırtında yumurta küfesi taşıyan özel sektörü suçlama devri değildir” diye eleştirilere ve uyarılara devam etti.

Şahenk: Türkiye parlayan yıldız

TÜSİAD’da yönetimin en tepesindeki bu iki isim, Ankara’dan krize karşı duyarlı olunmasını, proaktif bir şekilde hazırlık yapılmasını isterken, TÜSİAD’ın yönetimindeki üçüncü çok önemli ismin ise daha farklı düşündüğü görülüyor.

Doğuş Grubu’nun patronu Ferit Şahenk, TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı görevini üstlenmiş vaziyette. Arzuhan Doğan Yalçındağ görevi devrettiğinde Başkan koltuğuna, bir sürpriz yaşanmazsa, teamül gereği Ferit Şahenk oturacak.

TÜSİAD’ın tepe yönetiminde gerek Koç’tan gerekse Yalçındağ’dan krize yönelik çok ciddi uyarılar gelirken, Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ferit Şahenk’ten, yani 3 numaralı isimden ise farklı bir ses çıkıyor.

TÜSİAD Başkan Yardımcılığı görevinin yanı sıra Türk-Alman İş Konseyi’nin Başkanı olan Ferit Şahenk, krizde Türkiye’nin pozisyonu ile ilgili görüşlerini önceki gün ortaya koydu ve “Türkiye krize çok güçlü girdi. Gerekli tedbirlerin de hükümet tarafından alındığına inanıyorum” dedi. Dünyadaki bekle-gör döneminin gelip geçici olduğuna inandığını kaydeden Şahenk şöyle konuştu: “Türkiye’nin değişen konjonktürde yıldızı parlayabilir. Biz son 4-5 yılda yaptıklarımıza devam edebilirsek, IMF ile olan durumumuzu da hallettikten sonra bence yolumuz çok açık.”

Önceki gün bu görüşleri ortaya koyan Şahenk’in dünkü TÜSİAD Yüksek İstişare Konsey Toplantısı’nda söz alıp almayacağını, alırsa nasıl bir ses tonuyla konuşacağını merak ettim. İlginçtir, TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ferit Şahenk dünkü YİK’e katılmadı. Katılmayınca da bu beklentimiz havada kaldı.

Ancak görünen o ki, TÜSİAD’ın tepe yönetiminde krize bakış açısında ciddi bir çatlak var.

TÜSİAD yönetiminde bir kriz ayrışması olduğu net biçimde görünüyor. Patronlar kulübünde kriz ayrışması yaşayan kişinin, yakın gelecekte TÜSİAD’ın başkanı olmaya en yakın aday olması ise ne yalan söyleyeyim olayı renklendiriyor.

Yazının devamı...

Çukurova hissedarı temettüsünü kimden alacak?

Adana 2’nci Ticaret Mahkemesi, ÇEAŞ ortaklarının alacakları için açtıkları ’itirazın iptali’ davasını kabul etti. Devletin el koyup 12 Haziran 2003’te imtiyaz sözleşmesi iptal edilen Çukurova Elektrik A.Ş.’nin (ÇEAŞ) ortakları, değersiz hale gelen hisse senetleri ile ilgili beklentilerini sürdürürken, 2003’de ödenmeyen kar payının 2’nci taksitini alabilecekleri yönünde yargı kararı çıktı. Adana 2’nci Ticaret Mahkemesi, ÇEAŞ ortaklarının alacakları için açtıkları ’itirazın iptali’ davasını kabul etti. Bu karar sayesinde yaklaşık 30 bin ÇEAŞ ortağının, toplam 193 milyon 59 bin 648 YTL kâr payından hisselerine düşeni icra işlemi başlatarak almalarının yolu açıldı.

Bu, dün gazetelere yansıyan Mahkeme kararıydı. Temettüyü alma yolu açıldı açılmasına da Çukurova Elektrik hissedarları temettüyü nereden alacaklarını bilmiyor. Gelişmenin komik yanı da zaten tam burada başlıyor.

Söz konusu dava, şu an elinde ne bir barajı ne bir imtiyaz sözleşmesi olan Uzanlar’ın zamanındaki şirkete açılmıştı. Yani temettü ödemeleri için devlete değil, Uzanlar’ın döneminden kalan şirkete gidilmesi gerekiyor.

Peki o şirket duruyor mu?

Adana’da bir apartman dairesinde bir adresi olduğu biliniyor. Ancak tabela şirketi. İçeride “Birileri gelsin de temettüsünü alsın” diye bekleyenler olduğunu hiç sanmıyorum.

Kimbilir belki Hakan Uzan ve babası Kemal Uzan oradadır. Ellerinde yeşil dolarlar, küçük yatırımcıları bekliyorlardır.

Yani mahkemenin kararı içi boş bir karar. Çukurova Elektrik hissedarları önceki günkü mahkeme kararı ile sevinmek bir yana uğradıkları haksızlığı yıllar sonra yeniden hatırladılar ve muhtemelen Türk sermaye piyasasındaki adaletsizliği bir kez daha andılar.

Çukurova ve Kepez’de küçük ortaklar mağdur edildi.. Yıllar içinde AKP hükümetinin önde gelen temsilcileri bu haksızlığı ortadan kaldıracak formülleri üreteceklerine, yasa çıkarıp mağduriyeti gidereceklerine dair sözler verdiler ancak hepsi boş çıktı.

Mahkemeye konu olan temettü olayı da kendi içinde ayrıca büyük bir ironi taşıyor. Çukurova küçük yatırımcısı 2002 yılı karına ait temettünün ilk taksidini almıştı. Elindeki hisseler değersiz hale geldiği halde devlet sonra geldi bu yatırımcılardan “Sen şu kadar temettü geliri elde ettin” diyerek temettünün vergisini de aldı. 2003’den bu yana Kepez ve Çukurova’ya ait barajlar su tutmaya elektrik üretmeye devam etti.

İMKB’den Çukurova ve Kepez Elektrik hissesi alanlar, sahibi oldukları barajlara uzaktan bakmakla yetindi.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.