Şampiy10
Magazin
Gündem

Halktan kopmadan kimseden korkmadan

Gazetecinin en büyük serveti altına imza attığı, rakiplerini atlattığı haberlerdir. Biz de 16 yıl boyunca bunu yapmaya, günün gündemini oluşturan haberleri bulup çıkarmaya çalıştık

Bu sloganla başlamıştı VATAN Gazetesi, yayın hayatına...

2002 yılının son aylarıydı. Hemen hemen Ak Parti’nin iktidara gelişiyle aynı zamana denk gelen bir başlangıç yapmıştık.

Sabah gibi, Hürriyet gibi, Milliyet gibi köklü gazetelerin arasına girmeye çalışmak, ayakta kalmak kolay olmayacaktı.

Ancak çok iyi bir kadromuz vardı. Gazetecilik olarak o köklü kuruluşlardan aşağı kalmayacağımızı, ses getiren haberlere imza atacağımızı biliyorduk. Rekabetten korkmuyorduk.

Nitekim belki çoğu kimsenin beklemediği bir başarı elde ettik.

Bâb-ı Ali mahallesinin ele avuca sığmaz, zaptedilemez oyuncusu olduk.

Gazete başlangıcından itibaren 3 yıl geçmeden, toplumun hemen her kesiminin desteğini ve takdirini toplayan bir VATAN olmuştuk.

Türk basınına yeni bir soluk getirmiş ‘Halktan kopmadan, kimseden korkmadan’ sloganının da hakkını vermiştik evelallah...

Gazetecilik yapma konusunda tereddütümüz yoktu. Ancak yıllar içinde gazetecilik mesleğini yapabilme konusunda tereddütler oluştu.

Yeni düzene uyum sağlamakta zorlandık.

Ben Gazetecilik Yüksek Okulu mezunuyum. Okulda öğrendiğimiz temel meslek kuralı ‘Tarafsızlık’ diyordu.

Aslında her şey de bu temel kuralın etrafında şekilleniyordu.

Tarafsızlık gazeteciliğin olmazsa olmazıyken, başka bir Türkiye şekillendi gitgide.

Taraf olmayan bertaraf oluyordu.

Bizim de maceramız buraya kadarmış.

***

Bu meslekte mütevazilik geçer akçe değildir.

Ego yükselmesi bizim meslek hastalığımızdır. Çoğumuz bu hastalıkla boğuşuruz.

Ben kontrolü elde tutmaya çalışanlardan oldum hep. Ya da öyle olmaya özen gösterdim. Umarım bunu başarmışımdır.

Bugün madem noktayı koyuyoruz, 16 yılın hatırına izin verirseniz biraz bizden bahsedeceğim, biraz da övüneceğim.

Geçmişe dönüp bakıyorum, gemicikleri, Çoruh nehri üzerindeki hidroelektrik santrallerini hatırlıyorum.

Bu haberlere imza atan arkadaşlarımızın çoğu zaman içinde bizden ayrılıp başka maceralara yöneldi ancak her biri Vatan’a ayrı ayrı değer kattı. O haberler için her birine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Sevgili Asaf Savaş Akat hocamızı unutmak mümkün mü?

Kerim Ülker’ler, Necla Dalan’lar, Özlem Ermiş’ler, Ufuk Korcan’lar, Açıl Sezen’ler, Elif Ergu’lar, Tebernüş Kireççi’ler, Feray Akşit, Sibel Cingi, Nihal Yuvacan hatta ve hatta Yiğit Bulut’lar geçti bu servisten. Ali Ağaoğlu’nu bile gazeteci yapmayı başardık.

Adını anamadıklarımdan da özür diliyorum.

Eksile eksile bugünlere gelmiştik. Hatırlıyorum 12 kişilik bir kadroya çıktığımız günler olmuştu.

Son dönemimizde bir elin parmakları kadardık.

Hep yanımda olan, benim arkamı toplayan otomotiv gazeteciliğinin duayeni Mete Tansu’ya, gayrimenkul konusunda iddiasına hep güvendiğim bu alanda haber atlama sıkıntısı yaşamayız diye çok rahat hissettiğim Meltem Kara’ya teşekkür ediyorum.

Kahrımızı kaprislerimizi çeken sayfa tasarımcılarımız Gözde Akdoğan ve Dilara Şeker’e de sonsuz teşekkürler.

Geçenlerde Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni sevgili Vahap Munyar ile konuşuyorduk. Bir hesap yaptık. Sanırım Türk basın sektöründe en uzun süre ekonomi müdürlüğü yapan kişi ben çıkmıştım.

Yorulduğumu da hissediyordum aslında.

Aramıza iki genç katıldı bir süre önce. Sevgili Emre Eser ve Pınar Karahan.

Onların gazetecilik heyecanını görünce, 30 yılın yorgunluğunu atmıştım üzerimden.

Onlara bir şeyler aktarma çabası içine girince bir de baktım ki yeniden yeşermişim.

Onlara da çok teşekkür ediyorum.

Ve en büyük teşekkür de okuyucuya tabii.

Bakalım hayat bize daha neler gösterecek.

Yazının devamı...

Türkiye’ye gelmeyip Samos’a saklanmak yok

Türkiye’yi rotasına alan cruise gemilerdeki turistlerin büyük bir bölümü güvenlik gerekçesiyle Kuşadası’na gelmeyip 10 mil açıktaki Samos adasına çıkıyordu. 2019 sezonunda bu üzücü durum ortadan kalkıyor

Ege’de cruise ile seyahat eden Türkler, benim de tanık olduğum üzücü manzarayı görüp sanırım kahrolmuşlardır. Mesele şu. Diyelim ki içinde 2 bin turist olan gemi İtalya’dan ya da Yunanistan’dan kalktı. Kuşadası’na geliyor. Tam Kuşadası’na gelecekken rotayı bir anda Samos adasına kırıyor. Oysa adada cruise gemilerin yanaşacağı doğru dürüst bir liman yok. Gemideki yolcuların büyük bölümü, özellikle de gençler, filikalara binip adaya çıkıyor. Gemi kalan yolcularla Kuşadası’na yöneliyor. Kuşadası dönüşü, Samos’ta bıraktığı yolcularını alıp devam ediyor.

Bu 2015’ten sonra ortaya çıkan çok sevimsiz bir tablo. Bir Türk olarak bire bir tanık olduğunuzda fena acıtıyor. Sebebi güvenlik kaygıları. Özellikle tura katılan gençlerin anne babaları çocuklarının Türkiye’ye ayak basmasını istemiyor. İşin ekonomik boyutu da var tabii. Güvenlikle ilgili algı bozulunca şahsi sigortalarda Türkiye bölümü pahalanıyor. Çoğu turist ekstra sigorta parası vermek istemediği için Türkiye ayağını pas geçiyor.

Neyse ki bu sevimsiz tablo 2019’da ortadan kalkacak gibi görünüyor. Türkiye’nin güvenlikle ilgili sigorta primi oldukça düştü. Bu sayede 600 binlerden 50 binlere kadar gerileyen cruise turist sayısı 2019’da yeniden 500 binleri görebilir. Bu konudaki gayretleri için Kuşadası Belediyesi’ni de kutlamak gerekiyor.

KUŞLAR ADAYA GERİ DÖNÜYOR

Kuşadası Belediye Başkanı Özer Kayalı, geçen hafta İstanbul’a geldiğinde sohbet etme imkanı bulduk. 20-30 yıl önce Ege tatili denince akla sadece Kuşadası gelirdi. Çeşme hatta Bodrum daha az bilinirdi. Zamanla Kuşadası betona kurban oldu. Kayalı, betonlaşma ve çarpık kentleşmeden zarar gören Kuşadası’nda değişim rüzgarları estiğini söylüyor. Hayata geçirdikleri ‘Çarpık yapılaşmaya dijital engel’ projesiyle bu soruna çözüm getireceklerine dair iddialı konuşuyor. Projeyle Merkez, Davutlar ve Güzelçamlı’ya ait imar planları dijital ortama aktarılmış. Planlar şeffaflaştırılmış ve halkın denetimine sunulmuş. 2014’ten sonra yoğunluk artıran plan tadilatı yapılmadığına dikkat çekiyor Başkan Kayalı. Kişiye özel plan tadilatlarına da son vermişler. Kamusal zorunluluklar dışında planlarda değişiklik yapılmıyor. İmar Barışı’nın affa dönüştüğünü, sıfırdan inşaatlar yapıldığını, SİT alanlarının bile insafsız bir talana kurban gittiğini gördüğüm için bu çabayı önemsiyorum. Kayalı bu sayede adını eskiden ev sahipliği yaptığı kuşlardan alan Kuşadası’na kuşların bile döneceğini söylüyor. Geç kalmış olabiliriz. Kuşlar küsmüş olabilir ama en azından turistler geri dönsün o da bir kazanç olur...

Yazının devamı...

Urfalılar’ın hızına ayakkabı mı dayanır?

Her yıl 65 bini Türk, 15 bini Suriyeli 80 bin doğumun olduğu Şanlıurfa’da işsizlik en büyük problem. Emek yoğun ayakkabı sektörü bu yüzden bir umut. Şanlıurfa’yı, Türkiye’nin 7’nci ayakkabı üretim merkezi yapma projesinin bayraktarlığını FLO üstlenmiş. Bakalım şehrin kaderi değişecek mi?

Şanlıurfa Valisi Abdullah Erin’in verdiği rakamları ağzım açık dinliyor ve bir yandan da not alıyorum.

Şehrin nüfusu 2 milyon 600 bini bulmuş. Bunun 550 bini Suriyeli. Nüfusun yüzde 51’i 0-15 yaş arasında. İnanılmaz bir rakam. Nüfusun yüzde 71’i ise 0-29 yaş aralığında. Bu da inanması güç bir oran. Her yıl 65 bini Türk, 15 bini Suriyeli olmak üzere 80 bin yeni çocuk dünyaya geliyor. Türkiye genelinde doğum oranı binde 12’lerdeyken Şanlıurfa’da bu oran binde 24’lere yaklaşmış. Okullarda 800 bin öğrenci öğrenim görüyor. Vali Erin’in verdiği rakamlara göre, resmi işsizlik yüzde 17’lerin üzerinde. Ve ne yazık ki son dönemde terör gibi istenmeyen olaylar Şanlıurfa’da artmış vaziyette. Zaten ekonomik anlamda güçsüzlükler içeren bir iklimde artmaması imkansız.

FLO’nun Şanlıurfa yatırımını yerinde görmek için önce Gaziantep’e ardından karayolu ile Şanlıurfa’ya gelmiştik. Vali Erin’in verdiği bu rakamlardan sonra Ziylan ve Büyükekşi ailelerinin ön ayak olduğu girişimin bölge için ne kadar hayati olduğunu çok daha iyi anladım.

FLO Ayakkabıcılık, Şanlıurfa’yı Türkiye’nin 7’nci ayakkabı üssü yapmaya çalışıyor. Ayakkabı sektörü istihdam açısından önemli. Zira emek yoğun bir sektör. Mesela FLO’nun 2. Organize Sanayi Bölgesi’ndeki fabrikasında 900’den fazla işçi var.

FLO Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Büyükekşi, bölgede oluşturulacak ayakkabı organize sanayi bölgesi ile en az 20 bin kişiye doğrudan iş imkanı yaratılabileceğini söyledi.Bu konuda ellerinden gelen desteği vermeye hazır olduklarını vurgularken bugüne kadar yaptıklarına da değindi:

Urfa’da kümelenelim

“Burada ayakkabı sektöründe bir kümelenme yaratmaya çalışıyoruz. Rol model olmak için gayret gösterdik ve başardığımızı sanıyorum. 5 ayakkabı ustası getirdik ve buradaki 1.000 işçiye ayakkabı yapmayı öğrettik. Kuruluş çalışmaları devam eden bölgede en az 23 farklı şirket üretim yapabilir. Burası 6’ncı bölge ve yatırım teşvikleri son derece cazip. Yatırım için ön inceleme yapanlar en büyük problem olarak yetişmiş elemanı gösterdiler. Biz onlara kendi yetiştirdiğimiz elemanları ustaları vermeyi bile teklif ettik. Hatta makina ihtiyacınızı da gideririz, bizim için de üretim yapabilirsiniz. Üretiminizi satın da alırız dedik. Yeter ki gelsinler.”

Büyükekşi’ye İstanbul’da da üretimleri olduğunu hatırlatarak İstanbul ile Şanlıurfa arasında üretim yapmanın maliyetlere nasıl yansıdığını sordum.

İstanbul’da 2 bin 500 lira civarında olan bir işçi maliyetinde burada 800 liralık avantaj bulunduğunu, yatırımın yüzde 90’ına kadarlık bölümünün de vergiden mahsup edilebildiğini söyledi. 8 bin çift günlük ayakkabı üretimi için en az 1.000 kişilik bir istihdam gerekli olduğunu hatırlatan Büyükekşi, işçi başına 800 liralık avantajın çok önemli olduğuna dikkat çekti. Yatırım için gelen ve yer bakanlara bu rakamları gösterdiklerini ifade eden Büyükekşi, “Burada üretimi yüzde 50 artıracak ek yatırıma start verdik. Bu da gösteriyor ki burası doğru bir bölge. Türkiye 400 milyon çift ayakkabı üretimi ile dünyada 7’nci büyük üretici. Ancak Çin’in üretimi 13 milyar çift. Bizim de gidecek yolumuz var. Bölgenin işsizlik sorununa çözüm arıyorsak ayakkabı organize sanayi bölgesi çok stratejik bir yatırım.”

ZİYLAN: GLOBAL 10 TÜRK MARKASINDAN BİRİ FLO OLACAK

FLO olarak 1960’ta küçük bir atölyede başlayan yolculuklarına bugün 55 milyon çift ayakkabı üreten bir sektör lideri olarak devam ettiklerini dile getiren FLO Mağazacılık Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ziylan, “Ülkemize güveniyoruz ve yaşanan sıkıntıların geçici olduğuna inanıyoruz. 2018’de yatırımlarımıza devam ettik, üretim ve ihracat odaklı büyük bir dönüşüme öncülük ettik” dedi. Yatırımlarına da değinen Ziylan, “Son 3 yılda yüzde 75 büyüme ile 3.5 milyar TL ciro elde ettik. 2018’de 82 yeni mağaza ile toplam 557 mağazaya, 800 ilave istihdam ile 9 bin 700 çalışan sayısına ulaştık. Gelecek yıl yüzde 30 büyüme ile ciromuzu 4.5 milyar TL’ye çıkarmayı hedefliyoruz. 2023’te Türkiye’den çıkacak 10 global markadan biri olmak istiyoruz” diye konuştu.

6 MİLYON LİRA İÇİN TAKILDI

Vali Abdullah Erin, planlanan organize sanayi bölgesi için 14 milyon lira ödenek çıktığını ancak maliyetin 20 milyon lirayı geçtiğini söyledi. Bölge için hayati bir yatırımın 6 milyon lira için durmasını kabullenmek zor. Bugün devlet 3 lüks araca 6 milyon lirayı gözünü kırpmadan verirken, bu stratejik yatırımın ödenek yetersizliğine kurban gitmesi kabul edilebilir değil. Vali Erin “Gerekirse dileneceğiz ancak bu yatırımı tamamlayacağız. Bu şehre vicdani borcunu ödemek isteyenleri davet edeceğiz. Suriyeli, Katarlı işadamlarına da öneri götüreceğiz” dedi.

BU İKİ GENCİ TANIYABİLDİNİZ Mİ?

Üstteki fotoğraf, 1989 yılında bir dergide yayımlanmış. O günlerde Mehmet Ziylan (solda) 22, Mehmet Büyükekşi (sağda) ise 28 yaşlarında...

İHRACATI 300 MİLYON $’A ÇIKARACAĞIZ

FLO olarak yurt dışında sahip oldukları perakende platformu ile Türk ayakkabı sektörünün ihracatının arttırılması için önemli fırsat sunduklarını söyleyen FLO Mağazacılık CEO’su Burak Övünç, güçlü marka portföyü, başarılı iş modeli ve yaygın mağazacılık ağıyla büyümeye devam edeceklerini ifade etti. FLO’nun gündemdeki yurt dışı projeleriyle ilgili de bilgi veren Burak Övünç, FLO Mağazacılık olarak 14 ülkede, 80 mağaza ile 292 milyon TL’lik ciroya ulaştıklarını, 2023’te ise 47 ülkede, 300 mağaza hedeflediklerini söyledi. Övünç, sözlerine şöyle devam etti: “2018’de 50 milyon dolar olan ihracatımızı 2023’te 300 milyon dolara çıkarmayı hedefliyoruz. Bir yandan açtığımız yurt dışı mağazalarla dağıtım kanallarımızı genişletirken bir yandan da kendi markalarımız ve bünyemize kattığımız yeni markalarla yurt dışında büyümeyi sürdürüyoruz. İtalya’nın en çok satan ilk 3 ayakkabı markası arasında yer alan Lumberjack, 2018’de uluslararası pazarda yüzde 40 büyüme sağladı. Lumberjack markamızı Rusya, Ortadoğu ve diğer Avrupa pazarlarına da açmaya hazırlanıyor, ülkemizin ayakkabı ihracatına katkı sağlamayı hedefliyoruz.”

Yazının devamı...

Dünyanın en büyüğü ama kaybolmanız imkansız

İstanbul, nihayet yeni havalimanına kavuşuyor. Açılışa günler kala inşaatın geldiği son seviyeyi inceleme fırsatımız oldu. Havalimanı, terminali ve 76 milyon m2’lik alanı ile ürkütücü bir büyüklüğe sahip. Ancak öyle teknolojiler kullanılıyor ki burada kaybolmanız, uçağı kaçırmanız imkansız

Terminalden girdiniz, sizin uçağınız diyelim ki en uçtaki. Maksimum 2 kilometre yürümeniz gerekecek. Güvenlik taramaları, kimlik sorgulama derken 50 dakikayı bulabilecek bir serüvene dönüşebilir.

Yeni havalimanı daha yoldan gördüğünüzde büyüklüğü ile gözünüzü korkutuyor. Bu büyüklüğü karşılaştırmalı olarak vermek gerekirse Pekin Havalimanı 23 milyon metrekare alan üzerine kurulu. Frankfurt 21, Atlanta 19 milyon metrekare. Atatürk Havalimanı ise 12 milyon metrekare. Yeni havalimanı 76 milyon metrekarelik devasa büyüklüğü ile bu 4 havalimanını da içine alabilecek boyutta. Sadece terminal kısmı 1.2 milyon metrekare büyüklüğe sahip.

İGA, ilk faz devreye girdiğinde 90 milyon yolcu kapasiteli olacak. (İGA diyorum ama bakalım adı ne olacak. Bir duyumum var ancak kesinleşmeden yazmak yanlış olur.)

Önceki gün terminalin ve körüklerin neredeyse bitmiş inşaatını gördüğümde ilk aklıma gelen şey ‘Burada pek çok yolcu kaybolur, kapıyı bulana kadar uçağı kaçırır’ oldu. İGA İcra Kurulu Başkanı Kadri Samsunlu bu havalimanında kullanılacak ve dünya için de çok yeni sayılacak teknolojilerle bunun imkansız olduğunu, her şeyin tıkır tıkır işleyeceği konusunda iddialı olduklarını söyledi.

‘Beacon’ ile yön bul

İstanbul Yeni Havalimanı teknolojisi sayesinde adeta küçülecek, müthiş keyif alacağınız bir yolculuk deneyimine dönüşecek gibi duruyor.

‘Beacon’ teknolojisi bir nevi Yandex map. Bina içi navigasyon çözümü ile gideceğiniz noktayı giriyorsunuz en ideal yolcu rotasını size belirliyor. Sanki arabayla adres buluyormuş gibi sizi sağa sola komutlarla da yönlendiriyor. Bunu tabii elinde bir akıllı telefon uygulaması olanlar yapabilecek. Herkesin akıllı telefonu olmayabilir. Olmayanlar için de ‘Beacon’ üniteleri yardımcı olacak. Sadece terminal değil, pistler ve taksi yolları da çok karışık. Benzer bir sorunu pilotlar da yaşamasın diye onlar için de ‘Follow the green’ sistemi uygulanmış. Genelde havalimanlarında uçakların önünde ‘Follow me’ yazılı araçlar olur. Burada bu araçlar olmayacak. Uçağın pilotu yerde önünde yanan yeşil ışıkları takip ederek körüğünü, park alanını bulabilecek.

İstanbul Yeni Havalimanı; akıllı sistem, Beacon sistemi, kablosuz internet, telsiz ve yeni nesil GSM altyapısı ile LTE, sensör ve konuşan ‘nesneler’ ile donatılmış durumda. Bu açıdan benzersiz bir yolcu deneyimine ev sahipliği yapacak havalimanını kullanacak yolcuların, evden havalimanına olan seyahat süreci optimize edilecek.

Şehir trafiğinden alınan verilerle yolcuların evlerinin kapısından uçağa biniş kapılarına kadar tüm deneyimleri planlanacak ve böylece zaman yönetimi yapabilmeleri sağlanacak. Ek olarak mobil işaret, yüz ve ses tanıma ya da diğer kişisel bilgilerle işlem yapabilecek makinelerin, check-in ya da bagaj teslim noktalarında kullanımı İstanbul Yeni Havalimanı’nda da mümkün olacak.

Yazının devamı...

El uzattığı efsane olan Sequoia, Türkiye’de

Sequoia Capital’i bilen bilir. 1976’da kurulan Apple’ı 1978’de keşfedip yatırım yaptı. YouTube, WhatsApp, Instagram henüz bebekken ve projelerine inanan yatırımcı çıkmazken geleceği görüp ilk can suyunu koydu. Kurduğu fonlara ortak olmak için insanların sıraya girdiği Sequoia, şimdi 33 yaşında bir Türk kızına inandı ve Türkiye’de ofis açma kararı da aldı

Hafta içinde Endeavor yönetimiyle buluştuk ve Endeavor Türkiye’nin destek verdiği genç girişimcilerinin başarı hikayelerini dinledik. Insider’ın kurucu ortaklarından Hande Çilingir, 2012’de kurdukları şirketin geldiği noktayı, büyüme hikayesini aktarırken satır arasında çok önemli bir detay verdi. Sequoia Capital’den yatırım aldıklarını söyledi.

Sequoia öyle sıradan bir yatırım şirketi değil. Apple’ın Apple olacağını, Oracle’ın Oracle olacağını hissedip daha kimse bu yatırımlara güvenmezken para yatıran ve yatırdığı paranın karşılığını da sonra kat be kat geri alan bir girişim sermayesi şirketi. Zaten yazının altında verdiğim şu listeye dikkatle bakarsanız Sequoia’nın nasıl bir şirket olduğunu anlayabiliyorsunuz. Başlıkta da dediğim gibi eli değen kral oluyor. Bir başka ifadeyle kral-kraliçe olması muhtemel şirketleri adeta kokluyor.

FIBA Holding Yönetim Kurulu Üyesi ve Endeavor Türkiye’nin Yönetim Kurulu Üyesi Murat Özyeğin de Hande’nin verdiği bu bilgiden sonra araya girip Sequoia’nın nasıl bir şirket olduğunu tek bir cümle ile özetledi zaten. “Bu fon para sahiplerine gidip ‘Bana ortak olun’ demez. Para sahipleri Sequoia’nın fonlarına yatırım yapmak için sıraya girer.”

Çilingir, satır arasında geçti Sequoia’yı ama bir başka detay daha verdi: Insider Türkiye’de yaptıkları ilk yatırım oldu. Ancak Türkiye’nin potansiyelini farkettiler. Türkiye’de ofis kuruyorlar. Hatta 2 şirketle de çok yakından ilgilendiklerini biliyorum.

Yazının devamı...

250 gram ekmekte 1.25’lik fiyat adil

Ekmekte maliyet analizi yapmak kolay değil. Fırının ölçeği, lokasyonu fiyatı ciddi etkiliyor. Günde 1.000 ekmek üreten bir fırınla 3 bin ekmek üreten fırının ekmek başına maliyeti arasında yüzde 5’e yakın fark bulunuyor

Yaptığım hesaba göre 250 gram ekmeğin maliyeti 85 kuruş civarında. Bu fırının kapasitesine göre 90-95 kuruşa çıkabiliyor, 75 kuruşa da inebiliyor. Neticede 250 gram ekmek için 1.25 liralık fiyat makul görünüyor

Türkiye’de finansal okuryazarlık çok az olduğu için pek çok sektörde maliyet analizi yapılmaz. İşler kör topal ilerler. Hangi fiyatın makul olduğu, kimin yüzde kaç kâr marjı ile çalıştığı pek anlaşılmaz. Bilinsin de istenmez.

Hayvan çiftliği olanların çoğu, etin kilosunu kaça mal ettiğini bilmez. Kafadan bir rakam atar, buna inanır, toplumun da inanmasını bekler. Peynirci de böyle yapar, ekmek üreten de...

Doğalgaza yüzde 20 zam gelir, sattığı ürünün fiyatını yüzde 20 artırmaya çalışır. Halbuki ürettiği malın içinde enerjinin payı yüzde 30’dur ama fark etmez. Müteahhit de aynı cinliği yapar. (Gerçi şimdi durgunlukta yapamıyorlar ama...) İnşaat demirine yüzde 10 zam geldi diye konut fiyatını yüzde 10 artırırlar.

Federasyon en az 2 TL istiyor

Bir süredir ekmekle ilgili tartışma yaşanıyor. Günlerdir izliyorum, okuyorum anlamaya çalışıyorum. Ekmek Üreticileri Federasyonu diye bir birlik varmış. Başkanı çıkıp, “Unun çuvalı 35 liraydı biz 1 liraya ekmek satıyorduk. 45 liraya çıktı. 1 liraya ekmek sattık. 55 lira oldu, 1 liraya sattık.

75 lira oldu yine 1 liraya sattık. 120 lira oldu, bizden hâlâ 1 liraya ekmek satmamızı beklemesinler. Hesap yaptık 250 gram ekmeğin maliyeti 1 lira 56 kuruş. Bu yüzden de 250 gram ekmeğin en az 2 liradan satılmasını talep ediyoruz” diye televizyonlara demeç verince şu maliyet işini kurcalama ihtiyacı hissettim. Acaba gerçekte ekmeğin maliyeti nedir?

Öyle ya unun çuvalı 35 lirayken 1 liraya satıp, 75 liraya çıktığında bile hâlâ 1 liraya satabiliyorsan büyük başarı olmalıydı. Ya da 35 lirayken büyük kâr marjları ile çalışıyordun, şimdi o tatlı kâr azalınca sesini yükselttin. Ekmeğin fiyatını belirleyen pek çok unsur var. Tabii ki un fiyatı önemli. Maya, su, tuz olmazsa olmazı. Ancak bunlarla bitmiyor. Fırının aylık sigorta bedelinden, ekmeği dağıtan aracın harcadığı benzine, elektrikten muhasebe ücretine, kiradan, çalışan maaşına ve sigortasına kadar yaklaşık 15 farklı kalem, nihai fiyatı belirliyor. Haberin tablosunda günlük 3 bin ekmek üreten bir fırının kalem kalem girdi maliyetlerini verdim. Bu kalemler içinde bazı değişiklikler olabilir. Örneğin bir fırının kirası 5 bin lirayken başka bir fırının kirası 2 bin 500 lira olabilir.

3 bin ekmek üreten bir fırın, bu işi 10 çalışan ile de yapabilir, 8 çalışan ile de yapabilir. Şu an ekmeklik kaliteli buğdayın 50 kilogramlık çuvalı yaklaşık 110 liradan satılıyor. Bazı fırınlar kâr marjını artırmak için bu unu, kalitesi düşük unla karıştırabiliyorlar. O zaman 1 çuval unun maliyetini 90 liraya kadar çekmek mümkün. Ancak ekmeğin kalitesi bozuluyor. Fakat unun çuvalını 110 lira değil de 90 lira alsanız bile ekmeğin maliyetinde yine maksimum 5-7 kuruşluk bir avantaj yaratabiliyorsunuz.

Asıl maliyet oynaması kapasitede ve fırının lokasyonunda oluyor. Şayet günde 500-600 ekmek üreten küçük bir fırından söz ediyorsak, maliyet son gelen zamlardan sonra 90 kuruşların üzerine hatta 1 liralara doğru çıkıyor. En az 3 bin ekmek üreten ve kapasitesinin tamamını kullanabilen fırınlar daha şanslı.

Fırında ölçek ve lokasyon önemli

Ben tabloda günde 3 bin ekmek üreten bir fırını dikkate aldım. Zaten bu kadar ekmek üretmeyen bir fırının artan fiyatlar karşısında bu saatten sonra ayakta kalması zor. Yani bu işte de ölçek çok önemli hale geldi. Lokasyon niye önemli onu da anlatayım. Bazı fırınlar sokak arasında. Bazı fırınlar ana cadde üzerinde. Bu fırınlarda kendi hesabına satış oluyor. Yani fırından çıkan bir ekmeğin kârını bayi ile bölüşmek zorunda değiller. Üretiminin en az yüzde 30’unu yani 3 binlik üretim yapan bir fırın için konuşuyorsak yaklaşık 1.000 adedini kendisi satan bir fırın finansal açıdan rahat ediyor. Ancak fırın sokak arasındaysa ve ürettiği ekmeği muhakkak bakkallara dağıtmak zorundaysa sıkıntı başlıyor. Kendisi kâr ettiği gibi bakkalın da kâr etmesi gerekiyor. Yani kârı bölüşüyor. Bir de dağıtım sorunu var. Bir araç olmalı, ekmek bakkallara dağıtılmalı. O da ekstra akaryakıt masrafı, araç masrafı demek...

Bakkal uyanık çıktı iade talep ediyor

Yatırımı yapan, üretim için kolları sıvayan fırıncılar, kârın daha fazlasını isteyen ise bakkallar... O kadar çok fırın var ki rekabet de haliyle çok sert.

Zaten diyetisyenlerin neredeyse tamamı da ‘Aman ekmeği kesin, yemeyin’ diyor. Yani ekmek tüketimi de azalıyor ya da farklı ekmek türlerine kayıyor. Fırıncının işi daha da zorlaşıyor.

Bakkallar bu durumdan istifade etmişler. Fırıncıya, “Senden ekmek alırım, ancak akşam satamadığım ekmeği geri alacaksın” diyor. Fırıncı ister istemez bayat ekmeği iade almayı kabul ediyor. Hem bunun fire maliyeti var, hem de ekstra taşıma masrafı.

Bakkalar bir süre öncesine kadar 50-60 kuruş kâr marjı ile çalışıyordu. Bugün ekmeğin fiyatının sınırlandığı bir ortamda sanırım o kârları bulamayacaklar. Dediğim gibi 250 gramlık bir ekmeğin maliyeti bugün itibarıyla yaklaşık 85 kuruş civarında. 1.25 liralık fiyata göre 40 kuruşluk bir kâr marjı var. Aslına bakılacak olursa, pek çok sektörde böyle bir kâr marjı da yok. Sonuçta bu kârı fırıncı ve bayi bölüşecek. Adil bir bölüşümle 20-20 diyelim.

3 bin ekmek satan bir fırıncı ayda 90 bin ekmek satar. Her bir ekmekte 20 kuruşluk bir kâr yaklaşık 18 bin lira gelir anlamına gelir. Hiç fena bir rakam değil aslında. Ancak yine altını çizerek söylüyorum. 3 bin ekmek üreten ve yüzde 100 kapasiteyle çalışan bir fırın için yapılmış hesaptır. Ölçek azaldıkça, düşük kapasiteyle çalışmak zorunda kalındıkça gelir zaten azaldığı gibi, kâr marjı da azalıyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.