Likör ile bayramlaşma geleneği
Yakın zamana kadar, özellikle kendini modern gören aileler bayram için mutlaka birkaç şişe likör edinirdi.
Bu genelde nane likörü olurdu. O zamanlar pek fazla likör çeşiti de zaten yoktu. Nane mutlaka, muz ile portakal da “bulunsun” diye herhalde, alınırdı. Muz o zamanlar değerli bir meyve olduğu için, portakal ise çeşni olsun diye alınırdı. Ama nane likörü hem eşsiz rengi, hem de muhtemelen tadına ve aromasına alışık olduğumuz için tercih ediliyordu. Yine de sunulduğu zaman sanıyorum (Özellikle mütevazı Ege lokantalarının bazısı yemekten sonra kahve ile likör sunar) nane başı çeker. Böyle, kahve ile birlikte isteseniz de, istemeseniz de müessese ikramı olarak, cömertlik ve batılı restoran kavaramına yakıştırılan bir şıklık için, likör sunan yerler gastronomik anlamda doğru bir şey yaptıklarının umarım farkındadır. Zira likör Avrupa’da ortaya çıktığından beri içkiden çok ilaç niyetine içilen, sağlığa yararlı olarak kabul gören bir alköllü içeçekti. Ve halen de öyle. Nitekim likör adından ilk sözettirdiği yer olan Fransa’da 15. yüzyıldan itibaren bu amaçla içilir. Likör, saf alkol ya da meyvelerden yapılan eau-de-vie’ye (Bu Fransızca terim meyveden fermentasyon ya da iki kez damıtma suretiyle elde edilen renksiz kanyak türü brandy içkisidir ki; bunlar da daha çok hazmettrici niteliklerinden dolayı içilir. Ama tatlı değildirler.) baharat ya da alkolde bekletilmiş aromalı bir madde ile şeker ya da bal katılarak fıçılarda demlendirilme suretiyle elde edilir. Esası olan maddelerden biri olan şeker aynı yüzyılda zaten hazmettirici bir malzeme olarak kabul görürdü. Sonuçta bu tatlı içkinin Batı’daki ikramsal adının özellikle kalp için yararlı olan anlamına gelen ve yerine göre ilaç türlerini de kapsayan “cordial” olması bir raslantı değildir.
Modernleşme simgesi
Gelelim bayramda herhangi bir saatte gelen ziyaretçiye kahve ile birlikte sunulan liköre... Aslında takip edebildiğimiz kadarıyla Osmanlı’nın fakirleştiği 20. yüzyıldan itibaren, Türk burjuvazisine modellik etmiş olan zengin Levanten ya da Gayrimüslim halkın günlük yaşam adetleri arasında ziyaretçilere böyle kahve ile likör sunmak gibi bir adetleri yoktur. (Muhtemelen onlar likörü amacına uygun biçimde yemekten sonra ikram etmekteydiler.) Hatta onlar da Osmanlı burjuvazisinin adeti olan kahve ve şekerleme ile daha sonra su ve muhtelif reçel ikramını benimsemişlerdi. Yirminci yüzyıl sonlarında modern olmak isteyen Müslüman Türkler içinse, Gayrimüslim halk vasıtasıyla tanıştıkları likör kuşkusuz bir modernlik simgesi idi. Üstelik likör ne kanyak, ne de şarap gibi kekri olmadığından tatlı tadıyla içilmesinde bir mahzur görülmemeliydi. Kuşkusuz likör ikramının ardında bayram ikramını modernleştirmek kadar zenginleştirmek gibi bir cömertlik duygusu da vardır... Ve ayrıca likör karafı ve minyon kadehleriyle yaşam kültüründe yeni bir estetik alandır. Belki de en çok bunu için benimsenmiştir. Sonuçta böyle karmaşık bir düşünce ya da düşünülmeden yaşanan kültür ağının içinde likör ile bayramlaştık. Bayramlaşmaya devam etmek ise birçok şeyi kitabına uydurma becerisi gösteren kültürümüz için bir artıdır.