İtalya’daki yarışmada göğsümüz kabardı
Geçen hafta İtalya’ya bir yarışmaya gideceğimi yazmıştım
Geçen hafta İtalya’ya bir yarışmaya gideceğimi yazmıştım. Yarışma, Bari eyaletinin vilayetlerinden Andria’da bulunan Tenuta Cocevola Resort Otel’de yapılacaktı. Ancak yarışmaya şef olarak katılan Engin Aslan ile buraya, yarışma günü öncesi, gece yarısı ancak vasıl olduk. İtalya’da, merkezi Siena’da bulunan Citta Dell’Olio tarafından tertiplenen “Un Filo d’Olio nel Piatto” yani “Bir tabakta zeytinyağı çizgisi” adlı yarışmada Akdeniz ülkelerinin genç şefleri bir araya geliyor. Bu yıl 8’incisi düzenlenen yarışmaya Türkiye ilk kez davet edildi.
MUTFAKTA KÜÇÜK BİR KRİZ ATLATTIK
Gözünüzde canlandırabilmeniz için biraz anlatayım...Geniş mutfakta her şefin yerini bayraklarla belirlenmiş bulduk. Daha önceden bizlerden listelerini aldıkları malzemeler de tezgahlara yerleştirilmişti. Ancak lüfer, ton, uskumru, hamsi ya da sardalya kullanmanın şart koşulduğu ilk yemek için bizim balıklar unutulmuş. Mevcutları Fransız şefin kullanacağı söylendi ama sonuçta balıklar bölüşüldü. Böylece önemli bir kriz atlatıldı ama tencere tavalar nerdeydi? Yunan şef sağ olsun, aynı tezgahta çalıştığı Engin’e elinden gelen yardımı yaptı. Akdenizliler’in paylaşım ruhu ile istenen saate yemekler yetiştirildi. Sonuçlar şöyle İspanya üçüncü; Yunan, ikinci ve İtalyan birinci oldu. Ancak Engin, mansiyon alanlardan ve Rai televizyonuna çıkmak üzere Roma’ya davet edilen altı kişiden biriydi.
İspanyol şef Marisa De Almeida patatesi püre yapıp mozerrella’ya sardığı balığın altına yerleştirmişti.
YUNAN ŞEF BAYRAKTAN ESİNLENMİŞ
Yunan, Athanasios Tzanetos yemeği için İtalyan bayrağından esinlemiş olmalı. Zira domatesli bir çeşni, üzerine balık, onun üzerine de ince kıyılmış tatlı fesleğen. Maltalı genç şeflerin Akdenizi simgelemek için hamurdan yaptıkları balık kılçığı ile tabaklarını süslediklerini gördüm. Slovenyalı uçuk şef Julijana Krapez üç küçük kavanozdan ilkini zeytinyağı, ikincisini zeytin salatası, üçüncüsünü ise zeytinyağı-tereyağı dediği bir zeytinyağı ezmesi doldurup üç küp tost ekmeği ile bir tabakta sundu. İlginçti... Balıklı yemekleri ise bizim hamsili pilava benziyordu.
Engin’in yemeğini geçen hafta anlatmıştım. Her iki tabağı da son derece sofistikeydi. Ancak sardalyalı içli köfte, maş piyazı üzerinde ve onun üzerinde de uskumru fırın gibi bir tabaktaki çok çeşitliliğin aksine yan unsurlarla (baharat, ıtırlı ot gibi) desteklenen tek bir lezzeti patlatmak bir alternatif olabilir. Nitekim Engin’in ertesi akşamki şölen için hazırladığı kuzu sarma ve sarımsaklı yoğurdu lezzet olarak mükemmeldi. Kimse tabağında bırakmadı. Bir dedektif gibi izledim ne yalan söyleyeyim. Babagannuş niyetine yapılan patlıcan ezmesi ve sarımsaklı yoğurt sosu merakla karışılandı. Ancak meraklıları bu konuda aydınlatmak yararlı olurdu...
Engin’in böyle bir hazırlığı yapmaya vakti olmadı ama kendini efendiliği ile sevdirdiği gibi özgün malzamelere dikkat çeken kompozisyonu ile hepimiz adına göğsümü kabarttı. Hem de arkasında ekonomik ve politik bir güç olmadan ve muhtemelen bazı önyargılara rağmen... Bence bu da büyük bir başarıdır.