Çocuklarla çorba yaptım
.
Çorbayı kış günlerine maletmek bedeni en çok tatmin eden yemek çeşidinden yaz aylarında mahrum bırakmaktır. Çorbanın lezzeti bir yana vücuda verdiği zindelik de yadsınamaz. Fransa’da açılan ilk restoranlar yaz demez kış demez sadece çorba verirdi ve zaten bu yemek mekanlarının adı da restaurateur, yani “Kişiyi kendeni getiren” anlamındaki kelimeden türemişti. Her ne kadar soğuk günlerde canlanmak için bir kase çorba yeterli olsa da sıcak günlerde bir kase çorba aynı etkiyi yaratır. Kaldı ki çorbanın gaspaço gibi soğuk olanı da vardır.
Lezzet eğitimine erken başlamalı
Çorbanını önemini, hele hele çocuk beslenmesindeki önemini vurgulamak üzere geçen yıl Brüksel’de her yıl yapılan “Lezzet Haftası” kapsamında ilköğretim okullarında “Çorba Hareketi” adıyla bir çorba pişirme günü tertiplenmişti. Türkiye’nin onur konuğu olduğu yıl olmasından ötürü, 2009 Kasım’ında tertip komitesinin daveti üzerine çocukların pişirebileceği on çeşit Türk çorba tarifi gönderdim. Soup Action günü her okulda en lezzetli çorbayı bir çorba kazanı hediye ederek ödüllendirerek görevi de bana vermişlerdi. Her çorbanın tadına baktım. Lezzetli diyemeyeceğim bir çorba içtiğimi hatırlamıyorum. Beş ile on yaş arasında miniklerin heyecanı bile görülmeye değerdi. Öğretmenleri denetiminde olsa da sebzeleri doğramışlar, mercimek seçmişler, seyyar ocakların üzerindeki kazandaki çorbayı karıştırmışlardı. Akla gelip gelmeyecek o kadar çok çorba tattım ki... Mısırlı Meksika, baharatlı Hint, sebzeli İtalyan çorbası, Fas çorbası ve gönderdiğim tariflerden yoğurt ile kırmızı mercimek çorbaları şu an da aklıma gelenler. Hediye ettiğimiz kazan da minikleri sevindirdi.
Evet, her eğitim gibi lezzet eğitimi de erken başlamalı. Emeğin lezzet olarak karşılığını almak kuşkusuz ödüllerin en güzeli. Aslında yemeğin eğitimde sembolik bir anlam taşıması belki de en çok bizim kültürümüzde öne çıkar. Bağrımızdan çıkan felsefe akımları olan Sufilik de olsun Bektaşilik de olsun her ikisi de adaylarının eğitimlerini dergahlarının mutfaklarında başlatırlardı. Sabrın günlük hayatta da önemini vurgulayan “Yemekle beraber pişeceksin” sözleri toplumsal kültürümüze Sufiliğin armağanıdır.
Bunun gibi Bektaşilik’de kutsal olan “Ocak” yeniçerinin yatıp kalktığı yer için kullanılan sözcüktü. Yeniçerilerin bölüklerinin başındaki kişilere çorbacı denirdi. Özetle o zamanlar çorbadan içmek ya da içmemek bayağı önemliydi. Ama sembolik ama mide için... Yaza doğru giden günlerde vereceğim tarifin esası Anadolu’da yapılan buğday aşıdır. Fatih Sultan Mehmet’in mutfağında da yenirdi. Marul benim eklemem. Ilık ya da sıcak yemek arzuya kalmış.
Marullu yayla çorbasI (Buğday ya da ayran aşı)
MalzemeLER
* 1/2 bardak pirinç ya da 1 bardak dövme buğdayı (Buğday kullanılacaksa ılık suya önceden ıslatın.)
* 3 bardak marul, ince kıyılmış
* 2 bardak yoğurt, ekşice olanı tercih etmeli
* 1 yumurta, çırpılmış
* 2 yemek kaşığı kuru nane ya da 3 yemek kaşığı taze kişniş ya da reyhan
* 1-2 yemek kaşığı tereyağı, dileyen yerine zeytinyağı da kullanabilir ya da hiç yağsız yapar
* 2 bardak tavuk suyu
* Tuz
YapIlIŞI
Marul ve pirinci birlikte pişirecekseniz 2 bardak su, buğdayı pişirecekseniz eğer 4 bardak su kullanın. İyice yumuşayıncaya kadar kadar pişirin. İçine fındık iriliğinde tereyağı atın ve karıştırın. Bir ayrı kapta yumurtayı çırpın ve üzerine yoğurdu ekleyin. Birlikte iyice karışıncaya kadar çırpmayı sürdürün. Marul ve pirinç karışımına tavuk suyunu ekleyin. Yoğurtlu karışımın üzerine bir kepçe ile tenceredeki sıcak pirinçli sudan ılıştırmak için dökün. Ilımış yoğurtlu karışımı karıştırarak ekleyin ve pişmeye bırakın. Tereyağını kızdırın. Kuru nane de ekleyip karıştırın ve çorbanın üzerine dökün.