Aşurenin süsü ritüellerin gücü
Aşura Arapça’da 10 anlamına gelir. İslam aleminde aşure olarak adlandırılmıştır...
Şaraplı ya da rakılı bir sofrada yemeğe başlamadan önce rakı ve şarap kadehleri tokuşturulur. Bu Türk sofralarının vazgeçilmiz bir ritüelidir. Bir sofra etrafında toplanan insanların birlikte yemek yiyerek iyi bir vakit geçirmek ve dostluklarını pekiştirmek üzere tasarlanmış bir akitdir de bu, özünde... Yemeğe başlamadan dua etmek, afiyet olsun demek bile bir ritüeldir. Bunun gibi yemekten önce el yıkamak için tas getirilmesi... Bu adet Osmanlı gibi Batı’da da vardı ve bu hijyenik bir tedbir gibi görülse de bir seremoni niteliği ile yemeğe başlamayı vurgulardı. Ritüellerin bir lezzet etrafında toplanması bir bakıma yemeğin gücünü gösterir. Zira yemek insanın en temel gereksinmesidir ve evrenseldir.
Sadece sofra değil yemeklerin dağıtımı, hazırlanmaları da törenselleştirilerek toplumların kültürel varlıkları haline getirilmişlerdir. Örneğin yemeğin saygı görmeyi hakedecek kadar iyi pişirilmiş pirinçle ortaya serildiği Japonya’da hayat, ayinsel yemek adetleri üzerine kuruludur. Doğumlarda dostlara kırmızı pirinç ya da kırmızı fasulyeli pirinç hediye edilir. Çocuğun üzerinde yürüdüğü pirinç kekinin dostlara gönderilmesi de bir ritüeldir. Yeni bir ev alındığında iki balık kurban edilip komşulara tanışma amaçlı bir yemek verilir. Bizdeki diş kirası benzeri düğünden, davetliler evlerine yiyecek götürür.
Bizde topluma yayılmış en yaygın törensel yiyeceklerden biri bu ay yapılması adet olan aşuredir. Aşurenin aslında tarihi dinler tarihi kadar eskidir. Yahudilerin Tu B’Shevat dedikleri ve takvimlerine göre ayarlanması yapılan, ocak sonu ile şubat başına denk getirilen günde evlerden buğday ve üzüm gibi tahıl ve meyvelerin toplanıp birlikte yenilmesine kadar uzanır aşure. Toprağın canlanması zamanın denk getirilen bu adetin amacı Tanrı’dan bereket istemekti. Yahudiler İslam’dan evvel bu günde oruç tutardı. Cahiliye döneminde Araplar da o gün oruç tutardı. Nitekim Müslümanlar Ramazan ayında oruç tutmaya başlayıncaya kadar aşure günü oruç tutuyorlardı. İslam geleneğine göre Adem Peygamber’in tövbesi o gün kabul edilmiş, Hz. Nuh’un gemisi o gün Cudi Dağı’na oturmuştu. Tufandan kurtulanlar şükran olarak ellerinde olan hububattan o gün aşurenin bugünkü tarifine esas olan bir yiyecek yaptılar. İbrahim Peygamber o gün ateşten kurtuldu ve Yakup Peygamber o gün oğlu Yusuf’a kavuştu. Aşure arkasındaki bu denli zengin efsanelerin yanı sıra Mevlevi ve Bektaşilik’de de kendine törensel bir yer edinmiş bir yiyecektir. Nitekim efsaneleriyle semavi dinlerin ortak tatlısı olan aşure tekkelerde özel bir kazanda dualarla pişirilirdikten sonra dağıtılırdı.
Günümüzde yanlış pişiriliyor
Aşura Arapça’da 10 anlamına gelir. Bugün pişirildiği için muhtemelen İslam aleminde aşure olarak adlandırılmıştır. (Arapça kelimeler ancak incelterek Osmanlıca’ya maledildiğinden bizde daha nazikçe aşure tabir edilir.) Alevi kardeşlerimizin aşure pişirmelerinin arkasındaki neden ise Hz. Muhammed’in torunu Halife Ali’nin oğlu Hüseyin’in, Kerbela’da şehit edilmesi nedeniyle tutulan 12 günlük orucun sonunun bu aş ile kutlanmasıdır. Halk arasında aşureyi kızı olan ev pişirir yapar ve dağıtır diye bir gelenek de oluşmuştur. Buğday, nohut, fasulye gibi ekonomik malzemelerden yapılması da idame ettirilmesinde payı olan bir etkendir kuşkusuz. (Nitekim Güney Fransa’da kasabalarda Mountgetades denilen bir yemek yenir. Meydanlarda kurulan masalarda halk o gün eskiden temel ve ucuz bir besin olan fasulye ile kendilerine ziyafet çeker. Bu da ucuz ama kültürel bir besinin toparlayıcı gücünün bir başka yönü...)
Ancak ziyafetlerin hazırlanmalarının da ritüeller oluşturması ve bunun kültürel bir renk olması yapılışı kadar aşurenin dağıtımında da açık seçiktir. Dağıtılmadan önce her evin zevkine göre tasların çeşitli yiyeceklerle bir gelin gibi süslenmesi gerekir. Süsü ile öne çıkan aşure yazık ki günümüzde yanlış tariflerle pişirilmekte.
Osmanlı döneminde “saray tatlısı” unvanına sahip olar aşurenin sarayda süzmesi yapılır ve günümüzde değerli birer antika sayılan aşureliklerde dağıtılırdı. Bu da bize aşurenin takdir gören kıvamı hakkında bir fikir verebilir. Aşure muhallebiden daha ince olmalıdır. Kaşıktan ağza hafif akmalıdır. Halk tabiriyle lopur lopur kıvamdaki aşure sevilmez. Aşurede kıvam buğdayın iyice açılması sağlanarak elde edilir.