Şampiy10
Magazin
Gündem

Arılara fısıldayan adam

Bugün doğallığa adanmış bir yaşam öyküsünü paylaşmak istiyorum sizlerle… Arılarla sıradışı iletişimi ve doğaya olan aşkıyla tanınan Burt’s Bees markasının kurucusu Burt Shavitz, Haziran- 2015’te hayata gözlerini yumdu. İlginç bir yaşam öyküsü var: Burt Shavitz 1960’larda kariyerine fotoğrafçılık yaparak başlamış; New York Times, Life ve Time dergilerinde çalışmış. John F. Kennedy ve Malcolm X gibi önemli isimleri fotoğraflamış. Burt’ün yaşamı hava kirliliğinin çevresel etkileri üzerine eğitim aldığı Hudson River Valley kuruluşunda değişmiş. Burada ona ilk arı kovanını veren usta arı yetiştiricisiyle tanışması hayatında bir dönüm noktası olmuş.

Kariyerini ve karmaşık şehir hayatını arkasında bırakarak Amerika’nın Maine eyaletinde bir kasabaya taşınmış ve burada arıcılık ile uğraşmaya başlamış. Ancak sorun var; hırsızlar! Burt, hırsızlardan kovanlarını korumak için üzerlerine adını yazmaya başlamış: ‘ Burt’ün arıları’ yani ‘Burt’s Bees! ‘

Burt çok farklı, ilginç bir kişilikmiş. Doğayı ve doğal olmayı o kadar seviyordu ki arıcılık kıyafeti bile olmadan arıcılık yapıyormuş, inanabiliyor musunuz? “Sizi daha önce hiç arı soktu mu?” diye sorulduğunda, “Çok” diye cevap veriyormuş. “Peki ne yapıyorsunuz arı sokunca?” denildiğinde “Soğan sürüyorum çok iyi geliyor” diyormuş.

Maine eyaletindeki kasabasında hindi kümesinden esinlenerek restore ettiği kulübede yaşayan Burt elektrik ve sıcak su kullanmıyormuş. Çok az eşyayla yaşıyormuş. Çünkü o cansız eşyaları değil, her zaman yanında olan köpeğini ve aşkla beslediği arılarını tercih ediyormuş...

Ve yine bir gün otostop çekerken arabasına aldığı ressam Roxanne’a aşık oldu. Roxanne, ilk zamanlar Burt’ün arıcılığından arta kalan balmumuyla mum yapıp semt pazarında satmaya başlıyor. Bir gün Burt’ün 19’uncu yüzyıldan kalma arıcılık kitaplarını karıştırırken ev yapımı doğal reçetelere rastlıyor ve bunları uygulayıp satmaya başlıyor. Ürünler çok beğeniliyor, sipariş üstüne sipariş alıyorlar ve kısa sürede büyüyorlar. Bugün hala Burt’s Bees markasının en çok satan ürünü olan dudak koruyucu Beeswax Lip Balm işte böyle doğuyor.

Marka, Amerikalı büyük bir şirket tarafından keşfedilip milyon dolarlara satın alınsa bile Burt, aşık olduğu yeşil ve doğal yaşamı hiç bırakmadı. Maine’den ve buradaki sakin yaşamından hiç kopmadı ve bu topraklara gömüldü. Bu güzel adamın herkese örnek olacak hayatı 2013 Toronto Uluslarası Film Festivali’nde gösterildiğinde yoğun ilgi gördü.

Peki doğal ürün ile doğal olmayan ürünleri nasıl ayırt edebiliriz?

Doğal Ürünler Birliği’nin Doğallık Standardı’na göre:

Ürün içerikleri yenilenebilir/doğada bol bulunan kaynaklardan gelmeli (Flora, Fauna, Mineral),

Üretim anında, doğallığı bozulmadan, minimum seviyede işlemlerden geçerek üretilmelidir.

Doğal Ürünler Birliği’ne göre Doğallık Standardı’na uygun ürünler nasıl olmalı?

En az yüzde 95 oranında doğal içeriklerden oluşmalı,

İnsan sağlığına zarar verme riski taşıyan, doğal olmayan hiçbir içerik içermemeli,

Doğal içeriklerinin yapısını değiştirecek/bozacak veya ters etki yapacak hiçbir işlemden geçirilmemelidir.

Doğal ürün nedir?

Doğal ürünler cildi en iyi şekilde beslemeye yardımcı olan vitaminler, mineraller, aminoasitler ve temel yağ asitleriyle dengelenmiş besin değeri açısından yüksek içeriklerden oluşur. Cilt tarafından kolayca emilerek cildin onarımına ve korunmasına yardımcı olur. Sağlıklı hücre yenilenmesini ve cilt sağlığını korumayı destekler. Petrolden elde edilen yağlar, kimyasal katkı maddeleri ve koruyucular kullanmasına rağmen ibaresi artık neredeyse her cilt bakım ürününün üzerinde yer almakta.

CİLDİ BESLEYEN LEZZETLİ 8 DOĞAL BESİN

Limon yağı: Saçlara ve tırnaklara parlaklık vermesi ve ciltteki yağı dengelemesiyle ünlüdür.

Nane yağı: Isıtıcı etkisiyle kasların dinlenmesine yardımcı olurken; eşsiz aromasıyla zihinsel yorgunluğu azaltır ve enerji verir.

Nar özü İçeriğindeki zengin polifenol sayesinde güçlü bir antioksidandır. Serbest radikallerle savaşarak tenin hasar görmesini engeller ve cildin elastikiyetini artırır. Bu sayede kuru, çatlamış ve pürüzlü dudakların bakımını yapmaya yardımcı olur.

Aloe Vera: Yumuşatıcı, nemlendirici ve iyileştirici etkisiyle hasar görmüş ciltleri onarır.

Ayçiçeği yağı: Diğer bitkisel yağlardan daha fazla E vitamini içeren bu yağ, kolayca emilen yapısıyla; beraberinde bulunan vitaminler ve temel yağ asitlerinin etkisini artırır. Hücre yenilenmesine destek veren özelliğiyle yoğun renkve veren dudakbakımlarında bulunur.

Hindistan cevizi yağı: Hafif yapısıyla yumuşatıcı ve ferahlatıcı etkiye sahiptir. Mükemmel nemlendirici olmasının yanı sıra; cildin üzerine koruyucu bir tabaka da oluşur.

Badem yağı: Hintlilerin geleneksel cilt bakımlarında kullandıkları badem yağı, cildi yumuşatmaya ve yatıştırmaya yardımcı olur. Aynı zamanda teni besler.

Bal: Arıların bize sunduğu bu tatlı içerik, yüzyıllardır yumuşatıcı etkisi, aminoasit, vitamin ve mineral kaynağı olmasıyla meşhur.

Yazının devamı...

Akdeniz bölgesi şifalı bitkiler cenneti

Son yıllarda doğal yiyeceklere, ürünlere ilgi çok arttı. Sadece bizim ülkemizde değil, tüm dünyada böyle... Nine ve dedelerimizin kullandıkları otlar, bitkiler, bitkilerle tedavi biçimleri tekrar gündemde. Belli ki hızlı yaşama bağlı stres, büyüyen metropoller, hava kirliliği gibi nedenlerle hastalıkların artışına karşı insanlar doğal yaşama dönemeseler bile doğadan daha çok yararlanmak istiyorlar. Doğadan şifa geliştirmek konusundaki çabalar bilimsel alanda da son hız devam ediyor. Bu araştırmalardan biri de Atlanta’daki dünyaca ünlü Emory Üniversitesi'nde sürüyor. Doç. Dr. Cassandra L. Quave bir etnobotanikçi. Emury Üniversitesi’nde Halk Sağlığı Bölümü’nde kendi adını taşıyan bir araştırma grubunun başında. Akdeniz Bölgesi özel ilgi alanı. Akdeniz bitkilerinden hepimizin faydalanabileceği yeni tedaviler geliştirmeye çalışıyor. Kendisiyle Atlanta’da son araştırmaları hakkında görüştüm.

Etnobotanik nedir? Etnobotanikçi ne yapar?

Etnobotanik insanlar ve bitkiler arasındaki ilişkilerin bilimsel olarak araştırılıması demek. Etnobotanikçiler insanların bitkileri yiyecek, ilaç, araç, ev vs. için nasıl kullandıklarını araştırır.

Siz Akdeniz Bölgesi’ne bu açıdan hayran olduğunuz söylüyorsunuz.

Evet. Akdeniz Bölgesi bu açıdan bir cennet. 2001’den beri Akdeniz bölgesinde çalıştım. Bu yörelerde bitkileri yiyecek ve ilaç olarak nasıl kullandıklarını araştırdım. İtalya, Arnavutluk ve Kosova’daki bitkileri inceledim. O yöreden diğer araştırmacılarla çalışarak yörede yüzlerce yıldır yiyecek ve içecek olarak kullanılan yabani otları ve bitkileri belgeledik. Örneğin; İtalya’da yabani hindiba (cicoria olarak adlandırılıyor) ilkbaharda toplanıyor ve acı bir sebze olmasına rağmen keyifle tüketiliyor. Henüz çiçekler açmadan yaprakları topluyor, kaynar suya batırıp yatıştırıyor ve zeytinyağı, sarmısak ve chili biberiyle kızartıyorlar.

Balkanlar'da sağlıklı içecek ve yiyecek yapımında kullanılan pek çok bitkiyi kaydettik. Örneğin; yabani erikler topluyor, suda fermente (maya) ediyor ve böylece özel bir ‘meyve sodası’ elde ediyorlar. Hem doğal bir gazozvari içecek elde ediliyor, hem de tıbbi değeri var.

TÜRKİYE’NİN FLORASINDA ÇALIŞMAK İSTİYORUM

Hiç Türkiye’ye geldiniz mi?

Ülkenize henüz gelmedim, ama müthiş bir floranız olduğunu biliyorum.

Sivas Gemerek’te "gialburu" meyvesinin suyunu köylülerimiz içiyor. Sizinki gibi laboratuvarlarda araştırılması ne iyi olur.

Söylediğiniz yararların laboratuvarlarda da araştırılıp kanıtlanması, yayınlanıp, dünyaya tanıtılması gerekiyor.

Şu anda gelecek için en çok ümit vadeden üç bitki söyleyin bize..

Daha yeni Nobel Tıp Ödülü bir Çin tıbbi bitkisinden elde edilen sıtma ilacına verildi. Modern tıpta en büyük etkiyi yapan diğer bitkiler kalp rahtasızlıklarında kullanılan foxglove, aspirinin içeriğine sahip söğüt ağacı, haşhaş (ağrı için morfinelde ediliyor)... Benim laboratuvarımda biz antibiyotiğe dirençli enfeksiyonlara karşı doğadan ilham almaya çalışıyoruz.



YEREL HALKA BAKARAK BİTKİLERİ SEÇİYORUM

İlaç olarak kullanılacak ne buldunuz?

Antibiyotik direnci olan enfeksiyonlara karşı ilaç geliştirmek için bize büyük umutlar veriyor. Tatlı kestane ve bir tür böğürtlenden dirençli bakteri enfeksiyonlarına karşı savaşabilecek tedavi yöntemleri keşfettik.

Peki sayısız bitki var. Üzerinde çalışacağınız bitkiyi nasıl seçiyorsunuz?

Yörenin insanlarına bakarak! Laboratuvar analizi yapacağım bitkileri lokal toplumların nasıl kullandıklarını tespit ederek seçiyorum.

Yazının devamı...

Hastalıklara karşı pırasa tüketin!

Pırasa içerisinde bulundurduğu vitaminlerle sağlığınıza katkıda bulunur. Bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlayan bu kış sebzesi, kan şekerini düşürüyor, prostat kanserinden koruyor. Dolayısıyla kış ayları yaklaşırken pırasa tüketmeyi ihmal etmeyin.

Doğa adeta bir ecza deposu gibi. Bizi hastalıklara ve kansere karşı koruyabilecek sayısız bileşikler içeren meyveler, sebzeler, baharat, tohumlar ve otlarla dolu. Bugün gelin kış sebzelerinden pırasayı mercek altına alalım. Herkesin sevmediği veya burun kıvırdığı bu sebze nelere kadir görün! Okuyunca pırasanın daha çok söz edilmeyi hak ettiğine karar vereceksiniz.

Pırasa

- Soğan ve sarımsağın akrabası.

- Pırasa yaprakları deney ortamında şeker hastası yapılmış farelerde 2 hafta kullanılmış. Pankreastan insülin salınımını artırdığı , kan şekerini düşürdüğü gözlenmiş. Şeker hastası çok pırasa yiyorsa kan şekerini kontrol etmeli, ilacını ona göre kullanmalı.

- Bir başka hayvan deneyinde de kolesterolü düşürmüş.

- Damar sertliği riskini azaltıyor.

- Prostat kanserinden korunmak için kullanılabileceği düşünülüyor.

- Pırasa aynen soğan, sarmısak, lahana, brokoli gibi kükürtlü bileşikleri bol içeren bir sebze. Bu bileşikler bizi kanserden koruyor. Ancak çok kaynatılınca etkilerini kaybediyorlar. Diğer sebzelerde olduğu gibi buharda pişirmek en doğrusu.

- Kalorisi düşük bir sebze; 100 gramında 22 kalori var.

- Lifli bir sebze; tuvalete çıkmayı kolaylaştırıyor, bağırsakları koruyor.

- Kolesterol içermiyor.

- İçindeki Beta-karotenle cildimizin çok daha güçlü olmasını sağlıyor.

- B grubu vitaminler var; hücre sağlığı ve sinir hücreleri arası iletişimi sağlıyor.

- En önemli antioksidanlardan biri olan E vitamini var. Düşük de olsa C vitamini içeriyor; soğuk algınlığına karşı koruyucu, bağışıklık mekanizmasını güçlendiriyor

- Kalsiyum minerali var; kemikleri ve dişleri güçlendiriyor.

- Az da olsa demir içeriyor; kanda oksijenin taşınmasına yardımcı.

- Magnezyum minerali yine kemik ve kas sağlığı için de önemli.

PIRASA BÖREĞİ

Malzeme

- 750 gram pırasa

- Patates n2 yumurta

- 1 su bardağı light kaşar rendesi

- Tuz-karabiber

- Çörek otu

Yapılışı

- Pırasaları halka halka doğrayın ve haşlayın. Suyunu iyice süzün.

- Patatesleri haşlayın, rendeleyin.

- Bir kapta haşlanmış pırasa, patates rendesi, kaşar rendesi, yumurtalar, tuz, karabiber karıştırın.

- Yağlanmış bir kaba dökün.

- Üzerine bol çörek otu serpin.

- 170 derecede önceden ısıtılmış fırında 45-50 dakika pişirin.

- Börek gibi dilimleyerek servis edin.

Yazının devamı...

Sosis, sucuk, salam yemeyecek miyiz?

İşlenmiş et ürünlerinin kolon kanseri riskini artırdığı yeni bir bilgi mi?

Hayır değil! Köşemin sürekli okurları hatırlayacaklardır, ta 2009'da Londra‘da Dünya Kanser Araştırma Vakfı’nın Kongresi’ne katılmıştım ve kongre notlarımı dizi halinde yayımlamıştık. Oradaki başlıklardan biri de kansere karşı korunma önerisi olarak haftada 300, maksimum 500 gram et tüketilmesi gerektiğiydi. Çeşitli ülkelerden pek çok kişi üzerinde yapılan araştımalar ve istatiksel bilgiler hep işlenmiş et ürünleri ve aşırı kırmızı et tüketiminin kolon kanserini artırdığı yönündeydi. Bunu defalarca da TV konuşmalarımda belirttim.


İşlenmiş et ürünleri niçin riski artırıyor?

Bu tip et ürünleri tuzlanıyor, tütsüleniyor, işlemlerden geçirilerek raf ömürleri uzun tutulmaya çalışılıyor. Bu tip işlemler polisiklik aromatik hidrokarbonlar denen kanserojen kimyasalları artırıyor.

Yüksek ısıda pişen et riski artırıyor

Ya heterosiklik aminler nedir?

Kısaca HCAs deniyor. Yani kanserojen kimyasallar. Özellikle aşırı yüksek ısıda pişen etlerde oluşuyorlar. Aşırı yüksek ısıda etin kendi içindeki etkileşimle meydana geliyorlar. ABD Kanser Enstitüsü aşırı pişmiş et tüketimiyle sadece kolorektal değil, mide, meme ve pankreas kanserleri arasında da ilişki bulunduğunu düşünüyor. Çok sık orta-iyi veya iyi pişmiş et yiyenlerde kanser riski üç kat artıyor.

Süt, yumurta, tofu gibi besinler pişirilince kanserojen kimyasallar oluşmuyor mu?

Çok çok az veya hiç! HCAs oluşması için kaslı et gerekiyor.

Et tüketimini azaltmak gerek...

Kanserojen kimyasalları azaltmak mümkün mü?

Zeytinyağı, limon suyu ve sarmısak karışımının pişmiş tavukta HCAs seviyesini önemli oranda azalttığı saptanmış. Kongrelerde konuştuğum çoğu biliminsanı genelde et tüketimini azaltmanın en doğrusu olduğu görüşünde... Şu noktalara dikkat etmeye çalışın:

-İşlenmiş et ürünleri tüketimini minimuma indirin.

-Aşırı kırmızı et tüketmeyin.

-Etle alevi direkt temas ettirmeyin.

-Eti marine edip öyle pişirin.

-Pişirme süresini kısa tutun.

-Eti sürekli çevirerek pişirin.

-Etin kömürleşmiş kısımlarını yemeyin.

Laboratuvar deneylerinde HCAs ve PAHs mutajenik bulundu. Bu şu demek; hücre yapımızda değişikliklere neden oluyorlar, kanserleşmeye yol açıyorlar.

Kanserden uzak tutan faktörler

-Bol bol meyve ve sebze tüketmek

-Bakliyat ve tam tahıllı besinler bakımndan zengin bir diyet

-Düzenli fiziksel aktivite

-Düşük miktarda alkol tüketimi ya da sıfır alkol tüketimi

-Anne sütü emmiş olmak ya da bebek emzirmek

PAHs nasıl oluşuyor?

Açık ateşte pişen etten damlayan yağlar ateşe düşüyor. Aleve yol açıyor. İşte bu alevin içinde PAHs var. Bunlar ete yapışıyor. PAHs tütsü yönteminde de oluşuyor.

Uzun yaşayanlar sebze yiyor

Kırmızı eti hayatımızdan çıkartacak mıyız?

Tabii ki hayır! Ancak abartmadan yedikçe ve çok hareketli oldukça her şeyi yiyerek sağlıklı kalınabileceğini gördüm Anadolu’da... Şimdiye kadar gördüğüm en sağlıklı toplum ise Masai yerlileriydi. Yedikleri de et, kan, süt ve çalılardan topladıkları yemişlerdi. Müthiş hareketli insanlar; günlük yürüyüş mesafeleri 10-20 km arasında değişiyor.

Kırmızı et yaşamsal önemi olan pek çok elemanı içeriyor, zekayı da keskinleştirdiğini düşünüyorum. Ülkemizin en uzun yaşayan insanlarının en fazla bulunduğu yer Nazilli, Aydın yöresi... Taze sebze, yeşillik, zeytinyağı ağırlıklı besleniyorlar. Tereyağ, etle pek araları yok. Bu yiyeceklerden söz ettiğinizde çoğu yüzünü buruşturuyor. Ancak bu yörede uzun yaşamla birlikte gelen sorunlar da var tabii; Alzheimer gibi.

Soğan ve sarımsak kansere karşı

Dünya Kanser Araştırma Vakfı ve Birleşmiş Milletler tarafından desteklenen dünyaca ünlü 21 kanser uzmanı, 7 bini aşkın araştırmayı inceleyerek kanser riskini minimuma indirmek için öneriler derledi.

-Dengeli bir beslenme düzeni, düzenli egzersiz ve sağlıklı bir kiloyla dünya çapında kanser vakalarını üçte biri oranında azaltmak mümkün.

-Vücuttaki yağ dokusunda bulunan hücrelerin yüzde 40’ı vücuda kanser riskini artıran kimyasal maddeler salgılar.

-Özellikle karın bölgesinde biriken yağlar kansere neden olan österojen gibi hormanların fazla salgılanmasına yol açarak pankreas, rahim ve meme kanseri riskini daha da yükseltir.

-Her öğünün temelini bitkisel gıdalardan oluşturmak kanser tehlikesini önemli bir oranda azaltır.

Yazının devamı...

Kış aylarında cilt bakımı önerileri

Kış döneminde cildimize yaza göre çok daha iyi bakmamız gerekiyor. İstanbul Florance Nightingale Hastanesi, Dermatoloji Kliniği’nden Prof. Dr. Sibel Alper‘e kış aylarını sağlıklı güzelliğe çevirmenin adımlarını ve cildiniz için yapılması gerekenleri sordum.

Yaz hasarlarını onarmanın tam vakti!

Kış derimize çok zalim davranabilir. Kış aylarının soğuk havası, rüzgarı, dış ortamın neminin ve ev içindeki kuru ortamın ilk etkilediği organ derimizdir. Deri kurur, nem ve yağ tabakası azalır, mikroskop altında görülebilecek ince çatlaklar oluşur. Yaz aylarında aşırı güneş maruziyeti nedeniyle kahverengi lekeler, bazen beyaz lekeler ve damarlanma artışına bağlı kızarıklık ortaya çıkabilir. Adım adım ilerleyecek olursak, ilk adım yaz aylarının hasarını onarmak olmalıdır. Bu amaçla peeling, yani deriyi yüzeysel soyma işlemi yapılmalıdır. Peeling önce dermatolog tarafından deri hasarının ve lekelenmenin şiddetine göre uygulanmalı, sonrasında evde düzenli aralıklarla kozmetikler yoluyla sürdürülmelidir.

Peeling işlemi şiddetli güneş hasarında yetersiz kalabilir. O zaman stamp, roller, laser uygulamalarına başvurulabilir.

Derinizin nemini korunmaya çalışın

Kuru deride çok ince çatlaklar oluşur ve deriyi tahrişe, alerjiye ve kış aylarında egzemalara açık hale getirir. Kış aylarında da yine bol su içmeyi ihmal etmemeliyiz. Kullanılacak nemlendiricinin skualen, E vitamini, C vitamini, hyaluronik asit içermesi yararını artıracaktır.

Her gece yüz ve boyun temizliğinizi atlamayın

Gece yatmadan önce ise deri temizliği, deri yapısına uygun bir ürün ile yapıldıktan sonra büyüme faktörü veya kök hücre içeren onarıcı serum ile bakım tamamlanmalıdır. Kesinlikle alkol içeren losyon ve kolonyalardan kaçınılmalıdır. Alkol içerikli ürünler deri yüzeyindeki nem tabakasını ortadan kaldırır.

Kışın ellerimiz ayrı bir özen ister. Sürekli açıkta kaldığı için diğer deri bölgelerinden daha kuru ve sert hale gelir. Soğuk havalarda eldivensiz dışarı çıkılmamalı, gliserinli bir el kremi gün içinde 2-3 kez uygulanmalıdır.

Kışın peeling’i ihmal etmeyin

Kışın peeling 2 türlü yapılmalıdır. Birincisi leke vb cilt sorunları olanlara dermatolog tarafından klinikte yapılanlar ki bunlar evde uygulanamaz. İkincisi sağlıklı cilde sahip olanlar evde düşük oranlı meyve asitleri ve retinoik asit ile yapılanlardır. Haftada bir yeterlidir.

Konforunuz için düzenli ayak bakımı yaptırın

Ayaklarımız da ihmal edilmemeli, sürekli kapalı kalan ayaklara akşamları gliserinli ayak bakım losyonları ile masaj yapılmalıdır. Yağmurda ıslanan eldiven ve çoraplar hemen değiştirilmelidir, aşırı nem deride kaşıntı, egzema gibi sıkıntılı durumlara yol açabilir.

Ilık suyla duş alın

Dış ortamın soğuğunun ardından sıcacık bir banyo çok hoş gelebilir . Ama unutulmamalıdır ki deri sıcak suyun ardından hızla kuruyacak ve üşüme hissi artacaktır. Onun yerine ılık suyla banyo, yumuşak bir havlu ile kurulanma ve zaman kaybetmeden vücudumuzu nemlendirmek ideal bakımı sağlayacaktır. Vücut için kullanılabilecek basit bir nemlendirici gliserin ve gül suyunu eşit oranda karıştırılarak elde edilebilir. Yine deri kurumasını önlemek için küvet yerine duş tercih edilmelidir.

En güzel aksesuarımız bakımlı saçlarımız…

Tüm yıl olduğu gibi kış aylarında saçlarımızı da ihmal etmemeliyiz. Alkol içerikli saç bakım ürünleri yerine argan yağı gibi nemlendiricileri tercih etmeliyiz. Saç kurutma makineleri ve düzleştiricilerin kullanımını mümkün olduğu kadar azaltmalıyız.

Dudak koruyuculardan gün boyu destek alın

Kışın dudak koruyucu krem kullanmadan dışarı çıkılmamalı, eğer varsa dudak yalama alışkanlığı terk edilmelidir. Tea tree oil içeren dudak kremleri çatlak oluşumunu da önler. Kışın biz çok hissetmesek de güneş ışınları derimize ulaşır, o nedenle nemlendiricilerimizde 30 faktörlü bir güneş koruyucu ilavesi hem erken yaşlanmayı engelleyecek, hem de güneş hasarını gidermek için yaptığımız uygulamaların kalıcılığını sağlayacaktır.

GÜZEL BİR CİLT İÇİN TOP 10 YİYECEK

Yazının devamı...

Şimdi ıhlamur çayı ve kestane zamanı

Çocukluğumun sonbaharlarından aklımda kalan en güçlü anılardan biri de evimizde sürekli kaynayan ıhlamurun kokusu ve soba üzerinde pişirilen kestanelerin çıtırtısıdır. Bugün gelin her ikisini besin değerleri açısından mercek altına alalım.

IHLAMUR

Çaya bayılıyorum, her türüne. Ancak çok koyu siyah çayı hayatımdan kaldırdım uzun süredir. İçersem çok açık içmeyi tercih ediyorum. Siyah çay yerine beyaz ve yeşil çayı tercih ediyorum. Nasıl ki siyah çayı kaldırdım, uzun yıllardır hep sınırda olan kan demir seviyem yükselmeye başladı. Özellikle biz kadınlarda demir seviyesi sınırda. Bu da halsizliğe, çabuk yorulmaya, sık enfeksiyon hastalığı geçirmeye neden oluyor. Yazın hiç aklıma gelmese de havalar soğumaya başladığında ilk aklıma gelen ıhlamur çayı. Güzelim kokusu, rahatlatıcı gevşetici etkisiyle sonbahar depresyonunu kovalamak için de yardımcı.

Yararları

-Flavanoidler, yani antioksidan bileşikler içeriyor.

-Solunum yolu hastalıkları, soğuk algınlığı yakınmalarına iyi geliyor.

-Yatıştırıcı etkisi var.

-Ağrıyı hafifletiyor.

-Öksürük denince akla ilk gelen içeceklerden. İçindeki müsilajlar boğazımızın tahriş olmasını engelliyor. Özellikle inatçı öksürüklere iyi geliyor.

-Balgam söktürücü.

-Monoflora (Tek çiçeğin balı) ballarının yapımı için çok uygun. Çok açık sarı oluyor.

Ihlamur çayı demlemek için:

Ihlamur çiçek ve yaprakları üzerine kaynar su ekleyin. 15 dakika demleyin. Sonra için.

Flavanoid nedir?

Flavanoidler bitkilerden aldığımız polifenolik bileşikler. En yüksek flavanoidlere sahip yiyeceklerden bazıları şunlar: Soğan, siyah-yeşil çay, maydanoz, böğürtlen grubu meyveler, narenciye, siyah çikolata.

Flavanoidlerin yararı nedir?

Flavanoidlerin tansiyonu düşürdüğü, damar sertliğini önlediği, yaşlanmayı geciktirdiği üzerine araştırmalar var. Hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalarda alerji ve hastalık- kanserin ön aşaması olan yangıyı önlediği, bakteri, mantar, virüslere karşı direnci artırdığı, antioksidan olduğu belirlendi. Ama bunların insanlar üzerindeki çalışmaları hala devam ediyor.

KESTANE

-Kestaneyi diğer kuruyemişlerden ayıran en büyük özellik yüksek karbonhidrat içeriği.

-Bazı yerlerde ‘ekmek ağacı' da deniyor.

-Patatesin iki katı nişasta var. Patates ortalarda yokken kestane karbonhidrat kaynağıymış.

-C vitamini içeren tek kuru yemiş. 100 gramında 40mg C vitamini var.

-B grubu vitaminler içeriyor; sinir sisteminin çalışması, enerji üretimi için gerekli.

-İçinde kalsiyum, demir, magnezyum, fosfor, potasyum, çinko mineralleri var, ancak hepsinin değerleri düşük.

-Bekledikçe içindeki karbonhidrat şekere dönüşüyor ve daha tatlı hale geliyor.

-Gluten içermiyor, glutensiz tatlı-kek yapmak için kullanılabilir.

-Kolesterol içermiyor.

-Kestane Avrupa’ya Manisa’dan gitmiş. Sardis adlı antik Lidya şehrinden. 'Sardis kuruyemişi' olarak adlandırılmış.

-Ukrayna’nın başkenti Kiev’in sembolü kestane ağacı.

Yazının devamı...

Süte bal karıştırmak doğru mu?

Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi ve Fitoterapi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erdem Yeşilada’ya sordum:

Süte bal karıştırmak doğru mu?

Günümüzde saflaştırılmış şekerin sağlığımız için oluşturabileceği riskler ortaya konuluyor. Bu bakımdan insanlar besinlerine benzer lezzet, tat verebilecek seçeneklerin arayışı içerisinde. Bu amaçla mevcut seçeneklerden biri olan ve şeker hastaları tarafından kullanılan piyasada mevcut sentetik tatlandırıcıların güvenilirliği ile ilgili kuşkular giderilebilmiş değil. Bazı doğal tatlandırıcı bileşiklerin ise gerek lezzet bakımından tatminkar olmaması ve gerekse pişirme işlemlerinde bozulması dezavantajı yaygın kullanımını engelliyor. Halbuki bal, insanların besinlerini tatlandırmak, lezzet katmak için asırlar boyunca kullandığı bir doğal ürün. Dolayısıyla sütün şeker veya diğer tatlandırıcılar yerine bal ile tatlandırılması akılcı bir tercih olacaktır.

Kafalar öyle karıştı ki; sanki her sıcak ballı süt toksin gibi… Doğrusu nedir?

Gerçek bal, içerisinde yüzde 80-85 gibi yüksek oranlarda bulunan glikoz, früktoz gibi şekerler nedeniyle iyi bir tatlandırıcı olmasının yanı sıra arıların çiçeklerden topladığı ve işlediği nektar nedeniyle polifenolik bileşikler taşıyor. Polifenolik bileşiklerin en önemli özelliği vücudu oksidatif hasardan koruyucu yani “antioksidan” etkileri. Balın içerisinde binde 1-2 gibi düşük oranlarda bulunmasına karşılık balın kuvvetli antioksidan etki göstermesini sağlıyor. Bu durum sadece “Gerçek kaliteli ballar” için söz konusu. Yapılan çalışmalarda, glikoz şurubu ile üretilen “sahte balın” kanser hücrelerinin gelişimini artırmasına mukabil, gerçek bal bu polifenolik içeriği nedeniyle kanser hücrelerinin gelişimini önlüyor.

Balın etkisinden sorumlu olan glikoz, früktoz gibi şekerler ve polifenolik bileşikler ısıya dayanıklı maddelerdir. Dolayısıyla sıcak süte bal karıştırmakta herhangi bir olumsuzluk söz konusu değil.

Kaç derece olunca balın özellikleri, faydası azalmaya başlıyor?

Yürüttüğümüz araştırmalarda taze kaynatılmış su ile hazırladığımız bitki çayları ve kahve üzerine çiçek balı ve çam balı ilave ederek tatlandırdığımızda antioksidan etkisinin belirgin bir şekilde kuvvetlendiğini tespit ettik. Yani bal 80-90 derecede su içerisinde antioksidan etkisinden bir şey kaybetmeden içeceğin antioksidan değerini misli ile artırıyor. Artış oranı yeşil çay, beyaz çay gibi kuvvetli antioksidan etkisini bildiğimiz çayların bile antioksidan etkisini 4 misli artırdı.

Dolayısıyla sütü kaynattıktan sonra 80-90 dereceye kadar ılınmasını bekleyip içerisine ilave edilmesi durumundan sütün antioksidan değerini artıracaktır.

Çocuklarımıza rahat rahat ballı süt içirmek için nasıl hazırlayalım?

İşlem görmemiş süt kullanıyorsanız, sütü iyice kaynattıktan sonra çocuğunuzun içebileceği dereceye kadar ılınmasını bekledikten sonra bal ilave edilmesi hem çocuğa enerji ihtiyacını karşılayacak hem de sağlığına önemli katkı sağlayabilecektir.

Benim kendi görüşüm, özel tekniklerle pastörize edilmiş sütün tercih edilmesi, doğrudan ya da içilebilecek ısıya getirildikten sonra içerisine bal ilave edilerek tüketilmesi doğru bir yaklaşım olacaktır diye düşünüyorum.

BAL-SÜT KARIŞIMI VÜCUDA FAYDALI

- Süte bal karıştırmak doğru mu?

Bal, süt ve süt ürünlerindeki (kefir, yoğurt gibi) bifidobakter gelişimini ve aktivitesini artırmaktadır.

Yapılan bir çalışmada balın sütteki Bifidobacterium longum gelişimine katkı sağladığı görülmüştür. Bu çalışma Uluslararası Gıda Araştırma Dergisi’nde de yayımlandı. Araştırma 37 derece sıcaklıktaki ballı sütle yapılmış.

- Balın ve sütün antibakteriyel aktivitelerinin yanı sıra, ikisi de yüksek besleyici değerlere sahip olup, bağışıklık sistemini güçlendirici etkileri ve bakteriyel enfeksiyonlara karşı yardımcı etkileri vardır.

Yazının devamı...

Japon kadınlar nasıl bu kadar ince kalabiliyor?

Japonya’dan yeni döndüm, bu harika ülkeye ikinci gidişimdi. Neredeyse 60 ülke gördüm dünyada, bende gerçekten hayranlık uyandıran yer neresi diye sorarsanız hiç düşünmeden Japonya derim! Bu ne temizlik, ne çalışkanlık, ne kendine kendine yetmecilik, ne eğitim- terbiye; tüm bu özellikleri bünyesinde toplayan başka bir ülke ve toplum görmedim. Bu kez yeme içme biçimlerini daha da yakından gözleme fırsatı buldum. İnanılmaz ince bir toplum ve dünyanın en uzun yaşayan toplumlarından, genelde başı çekiyorlar. Tabii ki bunda beslenme şekillerinin büyük önemi var.

Sağlıklı yaşamak ve ince kalmak için Japon reçetesi

-Porsiyonlar çok küçük, bizdeki en minik muhallebi kasesini düşünün!

-Çiğ balık ve deniz ürününe inanılmaz düşkünler, böylece bu ürünlerin içindeki değerli Omega-3 yağlarından çok güzel yararlanıyorlar. Biz balığı da, eti de çok pişiriyoruz.

-Sofradan aç kalkıyorsunuz. Bizde tıkabasa yenir, sonra da zor uyunur, ağırlık hissedilir. Japonya’da yemek sonrası böyle bir duygu olmuyor insanda; hafif kalkıyorsunuz. Rahat uyuyorsunuz.

-Fast food diye satılan yemek kutuları bile balık, sebze, pirinçten oluşuyor. Sağlıksız değiller.

-Dışarıda satılan yiyeceklerin üzerinde kocaman kalori yazıyor, daha dikkatli olmanıza yardımcı oluyorlar.

-Tokyo inanılmaz güvenli, temiz, insan dostu bir şehir. Yürümek büyük keyif, herkes yürüyor.

-Dünyada yıllık kişi başı balık tüketimi 15 kilo iken, Japonlarda yaklaşık 70 kilo! Ülkemizde 8 kilo!

-Taze sebze tüketimleri çok fazla. Bizde en uzun yaşayanların bulunduğu Nazilli- Aydın yöresinde yaşlılar uzun yaşamlarını taze sebzeye borçlu olduklarını söylemişlerdi. Japonlar bir de buna ek olarak bizlerin hiç bilmediği deniz sebzeleri, yosunları tüketiyorlar. Bu sebzelerden aldıkları önemli yararlı bileşikler olmalı.

-Taze yiyorlar. Çok sık alışverişe çıkıyorlar. Taze taze pişirmeyi seviyorlar. Yolunuz Japonya’ya düserse mutlaka bir süpermarkete girin. Meyve sebzelerin bolluk ve tazeliğine şaşıracaksınız.

Japon kadın Türk kadından 10 yıl fazla yaşıyor

Japon kadınlar dünyanın en uzun yaşayan kadınları, ortalama yaşam süreleri 86.6 yıl. Türkiye’de ise kadınların ortalama yaşam süresi 76.6 yıl.

Japonların en çok tükettikleri yiyecekler

-Balık

-Deniz sebzeleri, yosunları, bitkileri...

-Taze sebze

-Pirinç

-Soya

-Yeşil çay

-Taze meyve

Japon şef Toku-take’den kestane kroket tarifi aldım

Ünlü şef Toku-take’den Türk kadınları için ilginç bir tarif istedim. Ricamı kırmadı ve enfes kestane kroket tarifini Türk kadınlarıyla paylaştı.

-Kestaneleri buharda pişirin.

-Makinede püre haline getirin. Sonra içine çok az süt katın, krema gibi olsun.

-Diğer tarafta beyaz sos hazırlayın; un, tereyağı ve süt ile...

-Beyaz sosunuzu da kestane püresinin içine karıştırın.

-Elinizle yuvarlak toplar yapın. Unlayın.

-Önce çırpılmış yumurtaya, sonra galeta ununa bulayın.

-Kızgın yağda kızartın.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.