Yeni okur kitlemin bitmek bilmez enerjisi
Bu çocuklar beni yedi, bitirdi...
İyi ki yetişkin okurlar, onlar kadar aktif değil... Yoksa halim perişandı. Neden mi? Geçen haftaki çocuk kitapları yazısından sonra yeni okur kitlemin soruları ile tanıştım. Mesela “Sevgili Buket abla, bir kitap varmış, içinde de çizdiği resimlerle arkadaşlarını korkutan bir çocuk... Adını biliyor musun?” Hayır, bilmiyordum ama öğrendim: “Korku Salanlar.” Ama diğer sorduklarınızı bulamadım, ama sizin için başka kitaplar önerebilirim.
Şahmeran’dan geriye kalan yumurta: Yılankale/ Miyase SERBARUT/ Tudem Yayınları
“Yılankale” Şahmeran, masalının devamı niteliğinde. Şahmeran’ın hikayesini bilirsiniz. Bir gün bir hata yaparak bir insana güvenen ve bu yüzden ölen yılanların kraliçesinin hikâyesini... Ölürken insanlara kızgın olan.. Ama bu kitapta görüyoruz ki, ondan geriye bir yumurta kalmış ve o yumurtadan da yeni bir kraliçe ve hikâye çıkacaktır.
Oburcuk iş başında Selim İleri yeni yaşında!: Oburcuk Mutfakta/ Selim İleri/ Everest Yayınları
Selim İleri’yi romanları ve öyküleri ile tanırız, bir de İstanbul yazıları. Ama o tüm bunların yanı sıra bir de mutfak faresidir. Girdiği mutfaklarda, tattığı yemekleri, yemeğin kokusuna katılan sohbetleri kitaplara taşımıştır. Ama onun kitaplarında yemek hiçbir zaman “yenilen bir şey”le de sınırlı kalmamıştır. Bu yüzden “Evimizin Tek Istakozu”, “Oburcuğun Edebiyat Kitabı” ve “Rüyamdaki Sofralar” adını taşıyan üç kitabında kimi zaman İstanbul’un bir mahallesini, kimi zaman da azınlıklardan kalan tatları buluruz. İşte bu üç kitap şimdi bir arada “Oburcuk Mutfakta” adıyla yayımlandı. Not: Geçen hafta Selim İleri’nin doğum günüydü. Kutlamak isterim; “İyi ki doğdunuz, iyi ki varsınız. En güzel hediyeler sizin olsun!”
Tarihi keyifle öğrenmek için: Anadolu’nun Eski Kahramanları/ Behzat Taş/ Büyülü Fener
Tarihi severek ve keyifli öğreten bir kitap bu... Kibele’den Homeros’a, Midas’tan Diyojen’e, Anadolu’da doğmuş ve insanlık tarihine yön vermiş 25 kahramanın öyküsünün anlatılıyor. Üstelik pek çok yetişkinin bile öğrenirken zorlandığı bilgiler tarihe en meraksız olanların bile iştahını kabartıyor.
Pelin ve Arda’nın maceraları: Pelin ile Arda dizisi/ Marcel Marlier/ Bilge Kültür
Pelin ile Arda’nın her bir kitapta yeni bir macera yaşadığı dizinin kitapları şöyle: “Pelin ile Arda Ormanda”, “Pelin ile Arda Dağda”, “Pelin ile Arda Denizi Keşfediyor.” Kitapların isimlerinden de anlayacağınız üzere her bir macerada çocuklar beceri ve yeteneklerini keşfederken keyifli maceralar da yaşayor.
Mimar Sinan’ın gözüyle İstanbul: Mimar Sinan’ın İstanbul’u/ Haldun Hürel/ Büyülü Fener
Dünyaca ünlü mimarımız, Mimar Sinan bize sadece camiler, çeşmeler, külliyeler, hanlar, hamamlar bırakmamıştır. O aslında bize güzeller güzeli bir kenti İstanbul’u hediye etmiştir. Çünkü bugün bu şehirde gördüğümüz büyük eserlerin çoğu ona aittir. İşte bu yüzden bu kitapta hem Mimar Sinan’ın hem de İstanbul’un hayatı var.
Allah huzurumu bozmasın!
“Türk Edebiyatının düşsel yazarı” denir, Nazlı Eray için. Çünkü kitapları düşlerle, düşsel hikâyelerle dolup taşar... Meğer kendisi de yazdıkları gibiymiş...
İzmir Kitap Fuarı sırasında yakından tanıma fırsatı buldum onu. Yeni romanı “Marilyn-Venüs’ün Son Gecesi”ni imzalamak için gelmişti. İmza öncesi ve sonrasında yaptığımız sohbetlerde, öyle hikâyeler, olaylar anlattı ki, bir ara “Nazlı Hanım sizin hiç mi sıradan bir anınız yok” demeden edemedim. “Tesadüf” dedi demesine ama hiçbirimiz inanmadık. Nitekim biraz sonra, yedi yıl önce başına gelen bir olayı anlatmaya başlayınca göz göze geldik... İşte o zaman gülümsedi; “Tamam kabul ediyorum, bu da normal bir olay değil” der gibi... Ve öyle bir hikâye anlattı ki, dinlerken hem kahkaha atıp hem de şaşkınlıktan gözlerimi kocaman açmışım... O kadar güzel bir hikâye ki bu, günlerdir önüme gelene anlatıyorum, buradan sizinle de paylaşmak isterim...
Her şey, Nazlı Hanım’ın, Bodrum’daki evine her zamankinden erken gitmesiyle başlıyor. Bahçe kapısını açar açmaz da şok geçiriyor. Önce başka bir eve geldim sanıyor, ama hayır kendi evinde... Yine de her şey o kadar farklı ki! İşte bunun üzerine “Tamam ben öldüm, ruhum da evimi ziyaret ediyor” diyor. Neden mi?
Çünkü meyve ağaçları ile dolu bahçesinde her zamankinden farklı bir yaşam var. Evin kapısından bahçe kapısına kadar bir halı serili, musluğun hemen dibinde ise bir sabun... Bir kenarda piknik tüpü, üzerinde çaydanlık, usul usul demleniyor. Hurma ağacının altında koltuk... Bir ağaçtan nazarlık, bir diğerinden Monica Belluci’nin bir posteri sallanıyor, üzerinde de “Allah huzurumu bozmasın” yazan... Az ileride de bir kel adam!
Doğal olarak Nazlı Hanım çığlığı basıyor. Adamsa gayet soğukkanlı... Hatta “Sakin olun hanımefendi, her zamankinden erken geldiniz, yol yorgunusunuzdur, size bir çay ikram edeyim!” diyor! Şaka gibi değil mi? Ama değil!
Meğer bir evsizmiş... Eskiden de bankacı. Nazlı Hanım yokken bahçesinde yaşıyor, onun gelmesine yakın eşyalarını toplayıp gidiyormuş... Ama işte o sene Nazlı Hanım erken gelince her şey ortaya çıkmış... Nazlı Hanım “Adamdan tabii ki çok korkmuştum ama ondan bahçemi öğrendim” diye devam etmişti sohbete: “Çünkü o zamana kadar salyangoz gibi evin içinde yaşardım. Kilit üstüne kilit vurduğum kapımı kilitlerdim. O adamsa bana kapıların dışındaki hayatı gösterdi, geceleri yıldızları seyrederek uyunabileceğini... Ama en önemlisi kendi bahçemi çok daha farklı kullanabileceğimi...
Ne tuhaf değil mi? Bazen, bize ait bir şeyin değerini bir başkasından öğreniriz... O zaman işte insan gerçekten soruyor; “Kim ev sahibi, kim misafir?”