Yedim, dua ettim, sevdim!
İşte benim üç kitaplık “hayatı kutsama” listem!
Elizabeth Gilbert’in romanından sinemaya uyarlanan “Ye, Dua Et ve Sev”i kendime göre uyarladım...
İşte benim üç kitaplık “hayatı kutsama” listem!
Susamlı Halkanın Tılsımı
Artun Ünsal / YKY
Çıtır çıtır bir simit... Biraz peynir, tercihen eski kaşar ve tavşan kanı bir çay... Kim bu şölene “hayır” diyebilir? Hele Özdemir Asaf’ın dediği gibi günün en güzel saatleriyse ve mönüye birkaç tane de zeytin eklenmişse... İşte o zaman gün batımlarında içime çöken hüzün kaybolup gider. Ne akşam yemeği için yapılan hazırlıkların, ne de buluşma telaşlarının dışında kalmış olmak beni hüzünlendir- mez. İçimi kaplayan boşluk yitip gider. Çünkü simidin nar gibi kızarmış gevrek halinde bir tılsım vardır büyüleyen... Beni bayram çocuğu gibi neşelendiren. Bu yüzden Artun Ünsal’ın memleketimizin en güzel yiyeceklerinden simit kitabının adı çoook lezzetli olmuş. Öyle ya, yağsız, içsiz (ne peynir ne kıyma!) sadece üstüne susam serpilmiş bir hamurun milyonlarca insanı buluşturması başka nasıl adlandırılır?
Afiyetle okuyun!
Lükse Övgü / Thierry Paquot/ Can Yayınları
Yaz tatilimi güzelleyen “Bir Sanattır Öğle Uykusu” kitabının yazarı Thierry Paquot’tan bir başka kitap. Alın, okuyun, emin olun algınız değiştirecek. Çünkü size kilit sorular soracak. Mesela lüks dendiğinde neden aklımıza pahalı “şey”lerin geldiği gibi. Ya da sahip olamadıklarımızın; Armani bir ayakkabının (tercihen gece mavisi olsun lütfen), elmaslarla süslü bir kolyenin (Iyyy!) veya portakallı ördeğin (bir Yeşilçam klişesi olsun istedim!)... Halbuki, lüks denen şey, inceliklerle dolu bir yaşam biçimi olamaz mı? Nerede olursanız olun, her öğlenden sonra yarım saat kestirebilmek lüks değilse nedir? Yahut ne yenirse yensin (SİMİT!) özenli ve incelikli bir sofrada yenmesi gibi? Peki o zaman, bu kelime bize neden illa ve illa tüketimi çağrıştırır? Neden bu kelimeyi yaratıcılığın, estetik değerlerin bir ölçütü gibi görmek ve soframızdaki ekmek gibi ona şükretmek yerine onu bir zümreye mal ederiz. Thierry Paquot’unun kitabı ile bu sorulara yanıt bulabilir hatta ve hatta kendinize yeni lüksler yaratabilirsiniz...
Sev! Bu bölüm için elbette bir aşk romanı önerebilirdim. Ama sevmek çok daha geniş bir kavram. Bahçedeki palmiyeyi sevmek, bir ayçiçeği gibi başını güneşe çevirmek, anne göğsüne başını yaslamak, sevgilinin saçlarını okşamak, okuduğun kitabı başucuna koymak, fırından yeni çıkmış ekmeğin kenarından koparmak, su üstüne çıkmış haşmetli bir balinanın kuyruk hareketine kilitlenip kalmak, seni heyecanlandıran bir şeyle karşılaştığında ellerini çırpmak.... Bence sevmek; hayatla ilgilidir ve bizzat hayatı sevmektir! Breton’un kitabını öneriyorum çünkü bu güzel kitap, insanın hayatla kucaklaştığı en güzel eylemlerden olan yürümeyi anlatıyor ve sevdiriyor. Doğayla, rüzgarla bütünleşip zamanı unutarak bizi rahatsız eden düşüncelerden uzaklaşmamızı... İnsanın ilerlerken hiçbir araç (bisiklet, otomobil vs) kullanmamasını. Sadeleşmesini...
Ancak ilerleyen teknoloji nedeniyle ayak ve bacaklarını işlevsizleştiren (asansörler, yürüyen merdivenler vs) bir hayata yönelmesini de... Hani neredeyse “bacaksız” kalma çabamızı!