Yalınayak hayale dalmak
.
Yaz bitti. Güneş bizi ısıtsa, terletse de bitti. Yaz tatili de. Güneş ışıkları artık her geçen gün biraz daha zayıflıyor. Akşam yemeği için kavrulan soğan kokuları sanki daha bir erken iniyor sokaklara... Sandaletleri henüz kaldırmadık ama giymeyi çoktan bıraktık. Yalınayak balkon yıkama keyfini de... Çıplak ayaklarımızda artık çoraplar, terlikler, kapalı ayakkabılar var.
Peki bu hüzün neden? Neden ayağa giyilen çorap, kutusundan çıkarılan botlar, çizmeler kış mevsimini sevenleri bile hüzünlendirir? Neden onları plaj terliklerimiz gibi sevinçle karşılamayız?
Yalınayak olmak özgürlüktür, hayal kurmaktır, romantizmdir, melankolidir. Çünkü yaz mevsimi duyguların mevsimidir. Bu yüzden kendimizi, kendimizle başbaşa kalabilmiş bir halde hayal ederken bir sahilde, paçalarımızı sıyırmış, ayakkabılar elimizde, denize bakarken hayal ederiz; sıkı sıkı giyinmiş, büyük iş merkezlerine bakarken değil.
Sanki giysilerimiz tercih ettiğimiz ama altan alta da sıkıldığımız, alternatifini aradığımız hayatımızın simgesi gibidir. Randevularımızın, taksitlerimizin, iş yerindeki görevlerimizin, kira kontratımızın, ödenmesi gereken borçlarımızın, akşam yemeği randevumuzun, evliliğimizin... Edindiğimiz tüm kimliklerimizdir ve giysilerimizi çıkardıkça kendimizi en alttaki kişiliğimize ulaşacak gibi hissederiz yani tüm bu tercihleri yapmadan önceki halimize. İşte o zaman “Başka türlü olabilir miydim?” sorusunu sorabileceğimizi düşünürüz... Başka türlüsünü hiç arzulamamış bile olsak da.
Ve ne tuhaf ki, en kalın, en güçlü ve en sert giysi ayakkabılarımızdır. Onlar çıktığı an rahatlarız. O zaman bizi özgür düşünmekten alıkoyan her türlü koşulun üzerimizdeki etkisinin kalkacağını hissederiz. Sahi neden? Öyle ya, edebiyat tarihinin en özgür kadınlarından biri Carmen’dir ve çıplak ayaklıdır. Karanın kurallarına bağlı olmayan denizciler de.
Can Yayınları’nın çok sevdiğim “KırkMerak” dizisinden çıkan “Yalınayak Yaşamak, Bir Plaj Güzellemesi” işte bu meselenin etrafında edebiyat ve sanat tarihinden aldığı ilhamlarla dolaşıyor. Arjantinli yazar Alan Pauls’un kaleme aldığı bu incecik ama bir o kadar da yoğun kitap, sahillerin bizle re yaşattığı ani değişimleri , kurdurduğu hayalleri bir dostunuzla sahilde konuşur gibi aktarıyor. Tabii ki bu dost, bilgilerini hazmetmiş iyi bir entektüel. Bu yüzden de işi sadece konuşmakla bırakmamış ve sahilde kurulan bu hayallerin, yapılan planların ya da düşünme eyleminin gerçekliğini de sorgulamış. Yani bu hayallerin ne kadarını gerçekleştirip gerçekleştirmediğimizi...
Sizin yatınınız ne? Uzun uzun düşünmeye gerek yok, hepimiz biliyoruz ki, deniz kenarında kurulan hayaller gerçekleştirilmez, çünkü orada sadece hayal kurmak isteriz, eyleme yönelik düşünmek değil. Bu ne bir plandır, ne proje. Orada ufka bakıp sadece hayallere dalarız. Belki de tam da bu yüzden yalınayak halimiz hayal kuran, özgürlüğe en yatkın halimizdir.
Bence bu hafta sonu deniz kenarına gidin, ayakkabılarınızı çıkarın ve bu kitabı okuyun. Emin olun, iyi gelecek!