Türkler artık tatil için Bodrum ya da Marmaris’e değil Yunan Adaları’na gidiyor
.
Her giden aynı şeyi söylüyor:
Denizi harika. Pansiyonlar, oteller tertemiz. Plastik masa ve sandalye yok. Bangır bangır müzik yok. Evler, sokaklar tertemiz, tarihi doku korunmuş. Doğası da güzel tarihi mekanları da. Yemekler zaten nefis; envai çeşit meze, taze balık ve deniz ürünleri. En “lüks” caddesinde en “lüks” restoranında yiyorsun içiyorsun, maksimum 20 Euro. Türkiye’de harcadığından çok daha azıyla çok daha kalite bir tatil yapıyorsun.
Türk turizm işletmecileri, kusura bakmasın ama her giden Yunan Adaları’ndan böyle bahsediyor. Santorini, Mykonos ve Kos’a gitmiş biri olarak aynı şeyi ben de söylemek zorundayım.
Bir kere plastik yok.
Bu benim için çok önemli. Çünkü Türkiye’de durum şu. Nefis bir deniz. Tam kıyısında restoran. Plastik masa ve sandalye, üzerlerinde tuhaf bir örtü (hatta bazen dağlık bölge kültürüne ait olan kilim desenli kalın örtüler) ve kendinden geçmiş birkaç meze... Üstelik bir de kazık hesap. Bahane de belli! “N’apalım turizm sezonu çok kısa ancak böyle kazanıyoruz.”
Kusura bakmayın ama böyle kazanacaksanız kazanmayın çünkü kazandığınız her kuruş, ilerideki kazancınızı ve Türkiye turizmini baltalıyor. Çünkü insanlar, eskisi gibi artık yerli turizme mahkum değil. Dünya çok küçük. Uygun fiyattan satılan uçak biletleri, sosyal medya ve forumlardaki tavsiyelerle dünyanın her yerinde tatil yapmak artık çok kolay. Üstelik yurtdışı seyahati kişiye sadece “deniz-kum-güneş” değil aynı zamanda “kültür seyahati” de sunuyor.
Ama Türkiye’deki hizmet sektörü hala durumun farkında değil. Tatil yöreleri kaliteye önem vermemek de ısrarcı. Önem verenler de abarttıkça abartıyor. Mesela İstanbul’daki pek çok restoranın fiyatı gibi. Tam bir görgüsüzlük. Kusura bakmayın, ama müşteriyi saatlerce bekleten hatta azarlayan sado-mazo bir pazarlama taktiğini başka türlü açıklayamıyorum. Evet yemekler lezzetli ama Avrupa’daki herhangi bir steak house’taki kadar.
Yılbaşından hemen önce Barcelona’daydım. Barcelona Limanı’nda şehrin en güzel ve şık restoranlarından birine gittik.(Bu liman Cristoph Kolomb’un denize açıldığı ve dünyanın en büyük armatörlerinin demir attığı limanlardan biri. Yani mesele paraysa, zengini İstanbul’dan daha çok.) İki kişi yedik, içtik. Hesap 55 Euro’yu geçmedi. Üstelik yemek süresince bir Türk restoran klasiği olan garson baskısı da yaşamadık. Öyle ya, Türk garsonların, müşteriye “Ben buraya layık değilsin” der gibi bir tutumları vardır. Öyle bir ezerler ki seni, en pahalı yemeği söylemen gerektiğini sanırsın. Sanki kendisi başka bir sınıftan! Hoş olsa ne olur!
Diyeceğim şu ki, hizmet sektörü, modası geçmiş bu görgüsüz tarzla, bu denize, kumsallara ve köklü yemek kültürüne rağmen bir yere varamaz, vardığından da geri düşer. Çünkü artık alternatifi yurtdışı!
Türkler’in yaz tatillerinde Bodrum, Çeşme alışkanlıklarına rağmen Yunan Adaları’na gitmeye başlaması da sonun başlangıcının somut göstergesi.