Şampiy10
Magazin
Gündem

Süper iyi günler

Belki biliyorsunuz, belki bilmiyorsunuz... Yaklaşık bir yıldır kronik böbrek hastasıydım ve diyaliz tedavisi görüyordum. 1 Mart gecesi gelen bir telefonla ise hayatımda bir kez daha dönüm noktası yaşadım.

ABONE OL
Vatan Haber

Belki biliyorsunuz, belki bilmiyorsunuz... Yaklaşık bir yıldır kronik böbrek hastasıydım ve diyaliz tedavisi görüyordum. 1 Mart gecesi gelen bir telefonla ise hayatımda bir kez daha dönüm noktası yaşadım. Antalya Akdeniz Üniversitesi beni çağırıyordu, uygun bir böbrek vardı ve üç adaydan biri de bendim. (Bu süreci, yaşadıklarımı yakında detaylı bir şekilde yazacağım.) Böyle bir haberi alınca siz ne yapardınız bilmiyorum ama benim ilk işim kitap seçmek oldu çünkü daha önceki hastane deneyimlerimden biliyordum ki doğru kitap seçimi o zor günleri daha katlanılır kılıyor. Böbrek yetmezliği nedeniyle hastaneye yatmak zorunda kaldığımda bu süreci Marquez’in “Anlatmak İçin Yaşamak” kitabı ile atlatmıştım. Kitap beni öyle mutlu etmişti ki boynumdan giren kateterin acısına, ilk diyalizin yaşattığı korkuya, her gün delik deşik olan kollarımın acısına katlanabilmiştim çünkü hayat akıyordu ve Marquez taa Latin Amerika’dan bana bunun türküsünü mırıldanıyordu.
İşte bu yüzden haberi alır almaz soluğu kütüphanemde aldım; okunması için ayrılan kitapların yanına koştum. Ama canım ne Proust çekiyordu ne de Joyce... Hele Orhan Pamuk’un bir kez daha okunmalı diye bir kenara ayırdığım “Kara Kitap”ı böylesi bir dönem için hiç ama hiç uygun değildi... Birilerinin bana yaşama sevincinden bahsetmesi gerekiyordu; lezzetli bir yemeğin damakta bıraktığı tattan, uzun bir otomobil yolculuğunda cama vuran güneş ışığından ya da özlemle beklenen bahardan... Oysa bir fark ettim ki edebiyat yaşamı kutsamak yerine eksiklerini anlatmayı tercih etmiş genellikle ya da benim okumalarım çoğunlukla bu yönde olmuş. Ama o an benim aradığım başka bir şeydi... Hiç olmadığı halde eksikliğini hissettiğimizin tarifi peşinde değildim. Bu kez daha doğduğum andan itibaren benimle olan ama sonra bir anda yitirdiğimi tekrar bulmanın sevincini yaşamak ve bunu kutsayacak bir kitap istiyordum.
İşte bu gözle bir kez daha baktım kütüphaneme ve ismiyle, cismiyle tam hislerime tercüman olan bir kitap gördüm: “Süper İyi Günler ya da Christopher Boone’un Sıradışı Hayatı.” Aslında bu kitabı biliyordum hatta hakkında yazmıştım. Ama çok hızlı bir okumaydı ve tam tadına varamamıştım. Ama keyifli ve yaşama sevinciyle dolu olduğunu çok iyi hatırlıyordum. Yanılmamışım da. Ameliyattan sonraki haftaydı... Kendime gelmiş, ağrılarım azalmıştı. Yani hastane odasının duvarları artık üzerime üzerime geliyordu. İşte o zaman bu kitabı bir kez daha elime aldım ve iki gün boyunca sadece gülümsedim. Çünkü bir otistik olan Christopher’ın hikayesi, şayet kararlıysa bir insanı hedefinden hiçbir engelin alıkoyamayacağını anlatıyordu... Dahası bunu zorlukların aşıldığı bir mücadele öyküsü olarak değil matrak bir yolculuk olarak sunuyordu. En zor anından bile keyif alınan, sürekli yeni şeylerin keşfedildiği bir yolculuk olarak...
Peki bir otistik nasıl olur da yolculuğa çıkar? Öyle ya her otistik gibi Christopher’ın da son derece düzenli bir hayatı vardı ve tatile çıkmayı da başka bir yere gitmeyi de sevmiyordu. Christopher’ın maceraya atılmasının nedeni ise aslında her insanoğlununki ile aynı; merak. O komşusunun köpeğini öldüren kişiyi bulmak istiyor. Böylece hem detektif olacak hem de yaşadığı hikayeyi konu alan bir polisiye roman yazabilecektir. Tabii bu bir otistik için hiç de kolay olmayacak. Çünkü Christopher’ın cinayeti çözebilmesi için yabancılara soru sorması, hatta onlarla sohbet etmesi gerekiyor... Ancak genç kahramanımız (15 yaşında) bir süre sonra araştırmalarını askıya almak zorunda kalıyor. Ama bu da bir süre sonra bir başka sırrın keşfine neden oluyor ki böylece Christopher kendi yaşadığı evden, mahalleden, hatta şehirden çıkıp ilk kez trene binmek, bankamatikten para çekmek ve bir adres bulmak zorunda kalıyor...
Peki tüm bunların nesi “süper iyi?” Bu kahramanımızın bir takıntısının tarifi... Şayet Christopher üst üste beş kırmızı araba görmüşse o günün “süper iyi gün”, dört kırmızı araba görürse “iyi bir gün” olacağına karar veriyor. Şayet dört sarı araba görmüşse de “kara bir gün!” Pekçok kişinin manasız bir takıntı olarak tanımlayacağı bu durumu da rehber öğretmenine şöyle açıklıyor: “Babam her gün ilk önce sağ çorabını giyer. İnsanlar o gün hava yağmurlu ise kötü bir gün geçireceklerine inanır, oysa ofiste çalışan biri için bunun bir anlamı yoktur. İşte benimki de öyle bir şey...
Şimdi bana soruyorlar, “Nasılsın” diye... 1 Mart gecesinden beri sürekli kırmızı arabalar görüyorum ve süper iyi günler geçiriyorum. Benim için dua eden, iyi dileklerini gönderen herkese çok teşekkür ederim... İyi dileklerinize devam edin çünkü önümde daha uzun bir süreç var ve ben bu sürenin de süper iyi geçmesini istiyorum.

Yazarın Diğer Yazıları

  1. Kuyudan çıkan insanlık...
  2. Hayat...
  3. 2017 dileklerim
  4. Bir Henry Miller kitabı
  5. Pınar Kür’den on yıl sonra yeni roman
  6. Rock ve modern şefkatin sezonu
  7. Esnek, estetik bir vücut için çare pilates
  8. Sanat ve outlet merkezi
  9. Sanatın ve modanın cenneti; Milano
  10. Vedat Türkali'nin “Güven”i

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.