Rio'nun küllerinden doğanları
.
“Yaşamış olmak onlara yetmiyor!” Samuel Beckett
“Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil” sözlerini dilimize pelesenk etsek de ben Beckett’in bu sözünü daha çok severim. Hatta klişeleşmekten anlamını ifade demez hale gelen ünlü sözünün tamamlayıcısı, noktası olarak görürüm. Çünkü “yaşamış olmak” sadece yılmayanlara yetmez. Bu yüzden olsa gerek, bazı kişiler en güçlü silgilerle karşılaşsa da yeniden yazar hikayesini. Harf harf dokurlar hayatlarını. Ve sonunda da ilham veren bir hikaye bırakarak giderler. Elbette, onlar da yenilir. Hatta kimi zaman paramparça olurlar. Ama kendi teriyle kendilerini sulayarak yeniden dirilir ve yeşerirler. Üstelik onların sayısı sandığımız gibi hiç de az değildir. Öyle dünyaya milyonda bir gönderilmiş uhrevi kişiler de değildir. Görmek istersek, her yerde rastlarız onlara. Mesela Rio 2016 Olimpiyatları’nda Beckett’in bu sözlerine selam eden öyle çok sporcu var ki… Bundan kastım sadece küçük yaştan itibaren spor salonlarında şekillenen zorlu hayatlar değil. Yani yaşıtları gibi rutin hayatın keyfiyle sarhoş olmak yerine ter dökenler… Ya da kırık ayak parmakları, sargılı dizler, çıkık omuzlar, yaptığı spora göre şekillenen bedenlere katlananlar da... Bunlar bir sporcunun zaten olmazsa olmazı. Elbette, tüm bunlar da başlı başına altı çizerek okunması gereken hikayeler. Benim kastım; hiçbir zorluk karşısında yılmayan ve yetenekleriyle hayatta, ayakta kalmayı başaran ve yollarını yürümeye devam edenlerin hikayesi. Gerçek şu ki; onlar ister altın madalya alsın, ister sonuncu olsun fark etmez. Çünkü onların varlıkları, mücadeleleri başlı başına bir madalya, insanlığı motive eden.
BOĞULMAMAK İÇİN YÜZÜN
"Mülteciler Takımı"ndaki Suriyeli yüzücü Yusra Mardini gibi… İç Savaş nedeniyle hayatta kalabilmek yani bir bombayla paramparça olmamak için Suriye’den önce Türkiye’ye buradan da Yunanistan’ın Midili adasına sığınan “sıradan” bir mülteci o. Her Allah’ın günü gazetelerde hikayelerine rastladığımız... Bizlere insanlığın kıyıya vurduğunu gösteren Baylan Bebek’in sadece yaşça büyük olanı. O da her gün bir omzuna hayatı, diğer omzuna ölümü koyarak derme çatma bir deniz botuyla karşı kıyıya ulaşmaya çalışanlardan. Ama botları su almaya başladığında, kaçıp kendini kurtarmak yerine (malum harika bir yüzücü) kız kardeşiyle birlikte dört saat boyunca mülteci botunu iten, çeken, birçok insanın hayatını kurtaran... O yüzden diyorum ki, Yusra Mardini madalya alsa ne olur, almasa ne! Çünkü onun Rio'ya uzanan hikayesi bizlere özetle şöyle diyor: “Her şey aleyhinize olabilir. Kimsesiz hatta vatansız kalabilirsiniz, Yatacak bir yatağınız olmasa bile bir karşı kıyı vardır, yeter ki yüzmeyi bırakmayın.”
AİLEYE RAĞMEN, DEVAM
Bence benzer bir durum, gelmiş geçmiş en iyi jimnastikçi olarak tanımlanan, minderin ya da denge aletinin üzerinde evinin salonundaki kadar rahat hareket eden ve üstelik çok da eğlenen Simone Biles için de geçerli. Çünkü o da, “kötü hatta berbat ötesi aile” koşullarına rağmen kendinden vazgeçmemiş bir sporcu. Uyuşturucu ve alkol sorunu olan annesinden henüz iki yaşındayken ayrılmak ve üç kardeşiyle birlikte dedesiyle yaşamak zorunda kalmış. Bir çocuk için, anneden ayrılmanın dahası anne şefkati görememenin ne büyük bir travma olduğunu anlatmaya gerek olmasa sanırım. Ama işte, o travmasına sığınan değil, travmasını aşanlardan olmayı seçmiş ve sıçramış.
HİÇBİR ZAMAN GEÇ DEĞİL
41 yaşındaki Özbek jimnastikçi Oksana Chusovitina’yı da ayrı bir yere koymak gerek. Gençliğin hele hele kadın gençliğinin kutsandığı, belli bir yaştan sonra Hollywood’un en ünlü kadın oyuncularının bile iş bulmakta zorlandığı bir dünya düzeninde Chusovitina, kuralları alt-üst eden biri. Rio 2016 onun 7’inci olimpiyatı. Kadınların, “Bu saatten sonra yeni bir hayata başlasam ne olacak” diyerek kaderine razı olduğu ya da “İşte ben de anne oldum” diyerek vefakarlık sığınağına çekildiği bir dünya kültüründe onun zamanın ve insan bedeninin sınırlarına yönelik bu meydan okuyuşu tüm kadınlara ilham verecektir, vermelidir de. Çünkü Chusovitina, 24 yıllık olimpiyat macerasında sadece rakipleriyle, zamanla, bedeniyle de mücadele etmedi, aynı zamanda lösemi hastası olan oğlu için de savaştı. Yani ne anneliği ne de bedenini bir sınır olarak gördü. Açıkçası; şu an 41 yaşında bir kadın olarak Chusovitina’nın hikayesi bana, pek çok şeye “yeniden” demek için sadece ilham değil heyecan da veriyor. Tüm bu satırları okuduktan sonra, yine de birilerinin “İyi de ülke koşulları da var" diyenleri duyar gibiyim. Var elbet, olmaz olur mu! Ama sınır sınırdır, engel engel. Bu yüzden genişletilebilir de, aşılabilir de. Bunun en büyük ispatlarından biri de; Rio Olimpiyatları’nın açılış töreninde İran’ın bayrağını taşıyan okçu Zahra Nemati. İran’ın bayrağını ilk kez bir kadın taşıdı. Yani kadınların pek çok alanda çalışmasının bile yasak olduğu bir şeriat ülkenin bayrağını taşıyarak yaptı bunu. Gerçi hayat hikayesine baktığımızda buna şaşırmak da anlamsız. Çünkü o her daim sınırları aşmış bir sporcu. Aslen bir tekvandocu olan Nemati, geçirdiği bir trafik kazası sonucu omuriliği zarar görünce sakat kalmış ve o günden sonra da bırakın tekvando yapmayı yürüyememiş. Tekerlekli sandalyeyle yaşayan biri. Ama olup bitenden ötürü hayata küsmek yerine, yeniden farklı bir yetenekle doğmayı seçmiş ve okçu olmuş, hem de olimpiyatlara katılabilecek kadar iyi bir okçu. Şimdi bir anlığına, bir uzvunuzu yitirdiğinizi düşünün. Sonra bu uzvunuzu yitirdiğiniz için tutkuyla bağlı olduğunuz işinizi, mesleğinizi, yeteneğinizi yitirdiğinizi, tek başınıza hareket edemediğinizi… Aklınıza birbirinden korkunç senaryolar geliyor değil mi? Ama işte Nemati, en ağır yenilgisinden sonra bile tekrar ayağa kalkmayı başarmış, diğer tüm küllerinden doğanlar gibi... Çünkü belli ki, ona da sadece yaşamak yetmemiş.