Nuri Bilge Ceylan’la Yumurtlayanlar
Adam en prestijli sinema ödüllerinden birini almış ama biz onun sahnede söylediklerini alkışlıyoruz
Dünya sinemasının en aranan oyuncuları, yönetmenleri onu ayakta alkışlamış ama biz “dünden bugüne giyiminde nasıl bir değişim olmuşmuş”u yorumluyoruz.
Clint Eastwood, Wim Wenders, Steven Soderbergh gibi dünya sinemasının en büyük yönetmenleri arasından birinci seçilmiş, biz bütün utanmazlığımızla “Ay ama çok sıkıcıııııı” diyoruz.
Ama illa bir şey diyoruz. Demezsek olmaz, çünkü hepimiz Altın Palmiye ve Cannes Film Festivali’nin öneminin az çok farkındayız. Tabii ki bu farkındalığın sinema bilgisiyle alakası yok. Bakıyoruz televizyona bir sürü ünlü kadın oyuncu... Hepsi tasarım harikası elbise giymiş... Erkekler smokinli... Kırmızı halı da var. Her şey tıpkı Oscar’daki gibi. Üstelik Nuri Bilge Ceylan’a ödülünü Faye Dunaway veriyor. Demek ki bu ödül değerli ve bu konuda bir şeyler demek şart! İyi ama ne?
Öyle ya, bizim için sinema denilen şey fındık, fıstık, çekirdek eşliğinde izlenen ve hoşça vakit geçirten bir şey değil midir? Güzel bir kız olsun, bir de güzel oğlan, bize yeter. Bir de aralarında sudan bahanelerle oluşmuş küçük bir gerilim ve onun etrafında dönen bildik bir hikâye. Hani canımız korku filmi istemişse o zaman bu hikâyeye dev bir yılanın ya da katilin yanı sıra sürekli sakarlık yapan bir şişmanın eklenmesi yeterlidir. (İlk o öldürülsün diye!) Gülmek istediğimizde de araya konserve kahkaha ve biraz ironi katılmışına gideriz.
İşte sinema bilgimiz, terbiyemiz bu tür filmlerle sınırlı olduğundan Nuri Bilge Ceylan’ın başarısı üzerine ne diyeceğimizi bir türlü bilemedik ve her zamanki gibi işin kolayını seçtik. Ve başladık en hamasisinden popülist yorumlara:
1) Recep İvedik ile kıyasladık. Bu en kolay ve en prim yapan söylemdi. Hem popüler kültüre vurup hem ondan faydalandık. Üstelik “Ama ben Nuri Bilge Ceylan’ı izleyemiyorum” dememiz de çelişki yaratmayacaktı çünkü herkes aynı durumdaydı. Ayrıca bu söylemle “biz adam olmayız” kıvamındaki bir sohbete uzanıp istersek arabesk tonunu artırarak her türlü konuya atlayabilirdik.
2) “Tutkuyla sevdiğim güzel ve yalnız ülkeme” sözlerine yöneldik. Bu biraz daha eğitimli kesimin tercihi oldu. Çünkü bu sözle, hem Orhan Pamuk’a geçirme fırsatını bulduk hem de Ermeni meselesine... Hatta istersek Büyük Ortadoğu projesine sıçrayıp Eurovision’la kapanışı da yapabilirdik. Tabii bu durumda Orhan Pamuk’un da yıllarca “Çok sıkıcı bir türlü okunmuyoooo” diye yere vurulduğunu da Nobel Ödülü konuşmasını Türkçe yaptığını da bir çırpıda unutmamız gerekiyordu. İşin bu kısmında düzeltilmesi gereken o kadar çok cahillik var ki... Ama bunları yazmaya ne içim el veriyor, ne de yerim. Çünkü bu öyle bir ülke ki, klasik müziğin önemi bile ancak tavukların daha fazla yumurtlaması ya da ineklerin süt vermesi ile anlayabiliyor.
Ama Nuri Bilge Ceylan, klasik müzikten tavuklar ve inekler kadar bile nasibini almamış bizlerin dikkatini çekmeyi başardı. Ne yazık ki bunu da yüreğini koyduğu sinemasıyla değil sözleriyle yaptı. Evet, herkes onun sözlerine takıldı ve bu durumu da sözlerinin içeriğiyle açıklamaya çalıştı. Oysa onun kısacık ve vurucu cümlesinde bizi asıl çarpan üslubu, şiirselliğiydi. Nuri Bilge Ceylan pek çok yazar ve şairimizin unuttuğu bir şeyi yaptı ve ödül konuşmasında gündelik politik söylemlere, tartışmalara girmeden edebiyatın, sanatın gücünü kullandı ve bize tek dizelik bir şiirle seslendi.