Mesela bir bina meselesi değil
.
İKSV, Şişhane’deki binası Deniz Palas’ı Ekim ayında satılığa çıkarmıştı. Çünkü vakfın tam da binanın satın alınmasından ve restorasyonundan kaynaklanan büyük bir borcu vardı.
Ancak bu karar duyulur duyulmaz, vakıf kamuoyunun büyük tepkisiyle karşılaştı.
Hatta bu karar, AKM’nin şu anki “tanımsız" durumundan bile daha çok yazıldı.
Geçen hafta Bülent Eczacıbaşı’nın satıştan vazgeçtiklerini açıklaması ve Eczacıbaşı Holding'in 46 milyon TL’lik bir bağışıyla vakfın borçlarının sıfırlandığını söylemesi üzerine de herkes derin bir “oh” çekti.
Ancak burada biraz durup düşünelim isterim. Zira burada sadece bir binanın satışından bahsetmiyoruz. Çünkü Deniz Palas, İKSV Salon ve İKSV X Restoran dışında kamuya kapalı bir bina. Yani burası bir işyeri. Üstelik, 41 yıllık geçmişi olan İKSV, dört yıldır burada. O zaman bu tepkinin sebebi neydi? Bir vakıf ya da şirket başka bir binaya taşınıp gayrimenkulünü de satamaz mı? Bu onun en doğal hakkı değil mi?
Bülent Eczacıbaşı’nın açıklamasını dinleyince anladık ki, bu her zaman geçerli değil: “Açıkçası böyle bir tepkiyi hiç beklemiyorduk ama kamuoyunun İKSV’yi ve değerlerini sahiplenmesi karşısında çok sevindik. Kararımızı etkileyen ise en sert yazıydı. O yazıda ‘Bir masanın etrafına oturmuş kadınlar ve erkeklerin aldığı karar’ deniyordu. Çünkü bu yazar arkadaşımız, kendini İKSV’nin bir parçası görüyordu ve bunu dikkate almamız gerekiyordu."
Eczacıbaşı’nın bu güzel tespitine bir ekleme de ben yapmak isterim.
Son yıllarda İstanbul baş döndürücü bir hızla değişiyor. Her yer inşaat halinde. Sabah bir uyanıyoruz köşedeki o iki katlı ev yok. Eskiden bu tür değişimler bizi rahatsız etmezdi çünkü hem bu kadar çok değildi hem de köyden kente göçün sonuçları daha tazeydi. İstanbul sahipsizdi. Şehir hoyrat kullanılıyordu. Herkes hâlâ Kastamonulu ya da Diyarbakırlı’ydı ama İstanbullu değil. Burası geçiciydi, yarın öbür gün memlekete dönülecekti. Zamanla o gelenlerin çocukları oldu. İstanbul’da doğup İstanbul’da büyüdüler, İstanbullu oldular ve kentlerine sahip çıktılar. Onlar “Evet” diyorlar; “o binanın sahibi sizsiniz ama bu şehir hepimizin ve sizin bir müşteriniz olmamızı istiyorsanız sizin de bu şehre dair anı ve değerlerimizi dikkate almalısınız.”
Yani mesele bir bina meselesi değil ve ne güzel ki, bu mesajı işadamları ve sermaye grupları da okuyor.
Selam Tuna!
"Kumdan Kaleler" ismi, üniversite yılları 90'lara rastlayanlar için tatlı bir tebessümdür. Bir yerlerden "Bu aşk burada biter" şarkısının melodisi yükselmeye görsün, farkında olmadan o tarafa dönerdiniz. Şarkılarının sözlerini Metin Altıok ve Edip Cansever'in şiirlerinden seçiyorlardı. Bir de Tuna Kiremitçi isimli grubun bir üyesinden... Yıllar sonra Tuna Kiremitçi karşımıza bir yazar olarak çıktı. Ama ben dahil, 90'ların gençleri ona "Bu aşk bitmiyor, yok mu bir albüm" dedik. O da sonunda "Selam Yabancı" dedi. Albüm nasıl? Bence keyifli. Çünkü Tuna'nın bir arkadaşı, dostu olarak sesindeki heyecanı ve mutluluğu duymak bana da yansıyor. Bir de çıkış şarkıları olan "Tabanca"nın sözleri ve klibinde Ahmet Ümit romanlarında gibi dolaşıyor olmak da işin bonusu.