Mehmet Ali Ağca Milliyet’i arıyor
.
Doğan Heper mesleğe gözünü açtığı 1964 yılından beri Milliyet Gazetesi’nde. Yani 50 yıllık meslek geçmişi aynı zamanda Milliyet Gazetesi’nin de 50 yılından kesitler içeriyor. Zaten kendisi de “Benim hayatım Milliyet’tir” diyor.
Heper yarım asıra yayılan bu hayatı şimdi “Milliyet’te 50 Yıl” adı altında kitaplaştırdı. Milliyet Gazetesi’nin Demirören Medya Grubu’nda yer almasından önceki dönemi içeren kitapta Korkmaz Yiğit’in kaset skandalından genel yayın yönetmeni değişikliklerine kadar pek çok olayın perde arkası yer alıyor. Bir bölümünü bugünkü VatanKitap’ta bulabileceğiniz Heper’in kitabındaki bir başka anıyı ise buradan aktarmak isterim. Bana son derece ilginç gelen bu anektod, Abdi İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca’nın firariyken Milliyet Gazetesi’ni aramasıyla ilgili:
“Mehmet Ali Ağca, saat 12.45’te gazetemize telefon etti. Ben ve bazı arkadaşlar yazı işleri masası etrafındaydık.
‘Ben Mehmet Ali Ağca’ dedi. Telefonu açan arkadaşımız Mehmet, birinin şaka yaptığını sanarak sordu: ‘Kimsiniz, kimsiniz?’
Telefonun öteki ucundaki ses hiç de şaka yapan birinin sesine benzemiyordu:
‘Ben Mehmet Ali Ağca’yım’ diye yineledi, ‘ªimdi size bir bildiri gönderiyorum. Gazetenizin yakınındaki Bilge Eczanesi’nin karşısındaki posta kutusuna bakınız. Bildirimi orada bulacaksınız.’
Bu sözlerden sonra telefon kapandı. Arkadaşımız bu konuşmayı hemen heyecanla ve yüksek sesle tekrar etti. Fakat ‘Bildiri posta kutusuna bırakılmış‘ diyeceği yerde, heyecandan olacak, şaşırıp ‘Bildiri çöp kutusuna bırakılmış‘ dedi.
Arkadaşlarımız koştular, Milliyet’in 40-50 metre ötesindeki Bilge Eczanesi’ne gittiler. Çevrede çöp kutusu aradılar. Ve bir çöp kutusu buldular. Ancak çöp kutusunun içinde, telefonda sözü edilen türden bir bildiriye rastlayamadılar. Arkadaşımız gazeteye dönüp, ‘araştırmalarının bir sonuç vermediğini bildirirken, radyoda 13 haberlerinin özetleri veriliyor, yazı işleri kadrosu, bir yandan da radyoyu dinliyordu. Telefon bu sırada bir kez daha çaldı. Yine aynı arkadaşımız açtı telefonu. Karşıdaki ses 20 dakika kadar önce konuşan ve ‘Ben Mehmet Ali Ağca’ diyen kişinin sesiydi.
‘Bildiri mi aldınız mı?’ diye sordu.
Arkadaşımız sordu:
‘Kimsiniz?’
Telefonun öteki ucundaki ses devam etti:
‘Ben Ağca... Bildiriyi aldınız mı?’
‘Gittik... Fakat yerini tam saptayamadık’ dedi. Karşıdaki kişi, bu kez ağır ağır konuşarak anlattı:
‘Sizin gazetenin köşesinde Bilge Eczanesi var ya... Onun önünde bir posta kutusu var. Bildirim, posta kutusunun içindedir. Bir zarfın içindedir. Üstü yazısız, beyaz bir zarftadır, bildirim.’
‘Alarm’ çalışmasına giren Milliyet İstihbarat Servisi, yarım saat sonra üstü yazısız beyaz zarfı elde etmiş, görevini yerine getirmişti. Zarfın içinden çıkan ve metnini Milliyet’in birinci sayfasından sunduğumuz mektuptaki imza ve elyazısını, Mehmet Ali Ağca’nın poliste verdiği ve imzaladığı ifadesindeki el yazısı ve imzayla karşılaştırdığımızda, mektubun Mehmet Ali Ağca tarafından yazılıp imza edildiğinden kuşkumuz kalmamıştı.”