Londra’da çay keyfi
.
Şaka gibi... Şemsiye taşımaktan hiç hoşlanmayan ya da sürekli kaybeden biri olarak söylemeliyim ki; şu ana kadar Londra’da hiç ıslanmadım. Üstelik her seferinde bu, bir sihir gibi gelişti. Ya otobüsten ayağımı uzatır uzatmaz yağmur dindi ya da ben şehre ayak basar basmaz herkesin Hyde Park’a koşup bir çırpıda soyunmasına neden olan o büyülü güneş açtı.
Tıpkı geçen hafta olduğu gibi...
Ilık bir hava, hafif çiseleyen bir yağmur vardı. İnsanı ıslatmak yerine sanki ayıltmak hatta yüzünü okşamak istiyor ve ben ne zaman bir binanın kapısından içeri girsem o zaman şiddetleniyordu. Hele ikinci gün, bu sihirli hava, çiçeğe durmuş tomurcuklu ağaçları ışıldatan bir güneşe bıraktı kendini. Ve biz, bu güzel bahar havasında son derece gizemli bir bitkiyle, çayla ilgili ilginç bilgiler öğrenmek için şehirden iki saat uzaklıktaki, Lipton Çay Enstitüsü’ne doğru yol almıştık. Golf sahalarını, yeşil çayırları, kendimizi bir masalda gibi hissetmemize neden olan köyleri geçerek...
Burada, bu enstitüde dünya çaylarını tadacaktık.
Heyecanlıydım çünkü daha önce Deniz Gürsoy’un “Demlikten Süzülen Kültür: Çay” kitabını okumuş ve her sabah, akşam, yemekten sonra keyifle ve ısrarla içtiğim bu nefis içeceğin hiç de öyle sıradan bir hikâyesinin olmadığını biliyordum. Hatta kahveyi daha elit, çayı ise avam bulan o züppe anlayışa rağmen... (Burada kastedilen kahvenin, köpüğü üzerinde bol telveli bir Türk kahvesi değil, dünya kahveleri olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Çünkü ne hikmetse aynı züppe anlayış, Türk kahvesini de avam bulur.)
Ama işte her züppe anlayış gibi bunun da bir alt yapısı, temeli, fikri yok. Bir cahillik ürünü... Çünkü beş bin yıllık bir geçmişe ve bir kadar da köklü kültüre sahip çay... Ritüelleri var. Çin’de başka, Türkiye’de başka içimi... Bizde usul usul demlenir, İngiltere’de altı dakikada... Kıtlaması da var, sütlüsü de...
Yani “çay” deyip geçmek mümkün değil. O da tıpkı şarap gibi... Hangi bölgede, kaç metre yükseklikte, yılın hangi zamanında yetişmiş, nasıl demlenmiş hepsi önemli. Nitekim bu yüzden, biz bilmesek veya rastlamasak da, çay tadımcıları var. İşte biz bunlardan biriyle tanıştık; Nick Bunston. 38 yıldır çay tadan Bunston, dünyanın en önemli tadımcılarından... Her hafta 10 bin farklı çayın tadına bakan ünlü tadımcı keyfi içinse günde 6 fincan çay içiyor.
Çaydan anlamak uzmanlIk İster
Çay tadımının da ayrı bir ritüeli var. Çayı höpürdeterek (Abartmıyorum, sesli bir hüp bu!) büyük bir yudum alınıyor, ağızda çalkalandıktan sonra da tıpkı şarapta olduğu gibi bir kovaya tükürülüyor. Bu satırları okuyan pek çok kişi “Her gün çay içiyorum ben de bu işi yaparım” diyebilir. Ama bence demeyin. Çünkü Bunston gibi çayın tadına bakmak hiç kolay değil. Höpürdetmenin bile bir tekniği ve kondisyonu var. İkincisi; çayı ağızda yuvarlamak da beceri işi... Ben yuvarlayana kadar yuttum ve tabii geri tüküremedim. Sonunda ne mi oldu, bir sürü alakasız çayla midemi doldurup, “Bir tuhaf oluyorum” diyerek kendimi bahçeye zor attım... Ama bana inanmıyorsanız lütfen kendiniz deneyin ve lütfen öncelikle sıcacık bir Türk çayı ile tadıma başlayın.
Yaprağı BAKIR RENGİ İSE KALİTELİDİR
Peki en güzel çay hangisidir? Bunun net bir yanıtı yok. Dedik ya bu da şarap gibi... Zevkine göre değişiyor. Nitekim Nick Bunston da “Kiminin beğendiği bir çayı başkası beğenmeyebilir” diyor ama ardından da ekliyor; “ancak bir çayın kaliteli olup olmamasının teknik kriterleri vardır.” Ne mi? İşte yıllardır çay tadan bir uzmandan kaliteli çayın tarifi:
* Kaynatılınca dibe çökmeyip, yüzeyde kalan çay kalitesizdir.
* Su kaynar kaynamaz çayı çaydanlığa atmalısınız.
* Çayın altını sürekli kaynatmayın, bu çayın etkisini öldürür.
* Taze su kullanın. Kaynamış, soğumuş suyu kullanmayın.
* Poşet çaylara güvenin, tamamen doğaldır. Kaliteli poşet çay suya rengini 6 dakikada verir ve kesinlikle boya içermez.
* Demlenmiş çay yaprağı (çay posası) bakır renkli ise yüksek kalitededir.
Çay enstİtüsünden ve tadImIndan aldIĞIm dersler
* Çay, içebileceğimiz pek çok içecek arasında en sağlıklı içecek. Özellikle içindeki teanin (sadece çayda bulunan bir madde) canlandırıcı etkiye sahip olduğu gibi çay vücudun sus tutmasına da neden olmuyor. Dahası sıfır kalori!
* Dünyada en çok çay tüketen ülke, Türkiye. Onu İrlanda takip ediyor.
* Tecrübeli bir çay toplayıcı bir günde, sadece elleriyle 155 kg çay toplayabiliyor.
* Bir çay türü olarak tanınan Earl Grey aslında bir İngiltere Başbakanıymış.
* Çayı paketleyip satan kişi olan Thomas Lipton, aynı zamanda ilk çay markasını yaratan ve reklamını yapan kişi unvanına da sahip.