Latife Tekin susturulduğu halde arkadaşları konuşmaya devam etmiş
Sanırım Karabük Belediye Başkanı, Latife Tekin’i bir başkasıyla karıştırdı. Büyük ihtimalle de bir şarkıcıyla...
Hani üçüncü sınıf barlarda “haydi eller havaya” diye alkış tutturan şarkıcılar var ya onlardan biriyle. Ne de olsa güzelim Türkçemizde şarkıcılara da “sanatçı” deniyor, Latife Tekin gibi hayata kestirmeden değil de edebiyat penceresinden bakan yazarlara da.
İşte bu nedenle Karabük Belediye Başkanı’nın “parasıyla” davet ettiği yazarın kendi üslubunda konuşmasını istemesine, konuşmadığında da “susturun şu kadını” demesine hiç ama hiç şaşırmıyorum. Ne de olsa hemen her gün aynı mantıkla bir şekilde karşılaşıyoruz. Mesela biraz fazla bahşiş bırakan birinin restoranın garsonunu kendi özel personeli gibi kullanması ya da bağıra çağıra konuşması gibi.
‘Uzlaşma değil tavırsızlık...’
Bu yüzden, Latife Tekin ile konuşana dek bu olayı, kültürümüzün tipik bir “ben sizin iktidarınızım” kronik hastalığının semptomu olarak yorumlamıştım. Ama Tekin’i dinleyince işin rengi bir anda değişti. Hem çok şaşırdım, hem de üzüldüm. Bunun nedeni ise Latife Tekin’in kürsüden indirilmesi üzerine diğer konuşmacılardan yazar Vecdi Çıracıoğlu ve Alper Akçam’ın gösterdikleri tavırdı. Daha doğrusu tavırsızlık... Çünkü hem Akçam, hem de Çıracıoğlu Tekin kürsüden indirildikten sonra yazar arkadaşlarına destek vermek için ne yanına gitmişler, ne de teselli etmişler. Hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya devam etmiş ikisi de.
“Acaba gerilimi hafifletmeye mi çalıştılar” diyorum; Latife Tekin’in tepkisi sert oluyor; “Bakın bu son zamanlarda sık sık kullanılan uzlaşma kültürü sözü beni ürpertiyor çünkü bunun adı artık tavırsızlık.” (Genç yazarlardan Onur Caymaz’ın yaşananları protesto ettiğini ve bu yüzden oradakiler tarafından tehdit edildiğini de hatırlatmak isterim.)
Oysa yazarlar bir zamanlar dayanışma içindeydi hele söz konusu düşünce ve ifade özgürlüğüyken. Bırakın küçük bir etkinlikte bir yazarın susturulmasına konulması gereken tavrı, onları mahkeme salonlarında omuz omuza görürdük.
Dahası bizim kültürümüzde misafire hürmet de vardı. O nereye gitti? Latife Tekin kürsüden indirildikten sonra etkinliği düzenleyenlerden Gülseren Hanım, özür dileyeceği ve ona güvende olduğunu hissettireceği yerde, yanına gidip; “Her şeyi mahvettiniz, yeri miydi bunları söylemek, şimdi sizin yüzünüzden bizim derneğimizi de kapatırlar” demiş.
İşte Latife Tekin’in asıl tepkisi bu olup bitene. Haklı da.
Bir diğer tepkisi de bilip bilmeden, işin esası öğrenilmeden yazılıp çizilenlere. Mesela “neden AKP’li bir belediyenin düzenlediği etkinliğe gidiyorsun?” sözlerine çok kızıyor... “Çünkü bilmiyordum” diyor ve başlıyor anlatmaya: “Karabük Kültür Sanat Derneği Başkanı Halil Nihat Yıldız aynı zamanda Tay Dergisi’nin de yöneticisidir. Bu dergiyi daha önce babası İbrahim Yıldız çıkarır ve bana gönderirdi. Kendisi işçi bir şairdi. İşte şair Alper Akçam beni arayıp, bu derginin bir etkinliğine davet etti. Hatta ‘yazar Hasan Ali Toptaş ve şair Haydar Ergülen’i de çağırıyorlar’ dedi. Ben de kabul ettim. Çünkü bu bir işçi dergisi. Hatta, iddia edilenin tersine, onlara yük olmasın diye kendi yol masraflarımı da kendim karşıladım. Yani kimse bana bu işin içinde AKP Belediyesinin olduğunu söylemedi. Meğer bu işi belediye finanse ediyormuş, dernek bu iş için 140 milyar artı KDV almış. Bu bana söylenseydi gitmezdim. Bu yüzden dostlarım tarafından kendimi kandırılmış hissediyorum ve buradan bütün yazar arkadaşları uyarmak istiyorum, bu tür davetleri lütfen iyi araştırın, benzer bir durumla karşılaşabilirsiniz.”
Latife Tekin önemli bir uyarıda bulunuyor. Ama bu uyarının bir sonraki aşaması çok daha kafa karıştırıcı. Öyle ya bu durumda siyasi görüşlerimize uymayan belediyelerin, kurumların etkinliklerine gitmeyecek miyiz? Herkes kendi görüşlerine seslenenlerle mi bir araya gelecek? Memleketi ikiye bölen ayrışma buraya da mı yansıyacak? Ya diyalog, ortak payda, çözüm hatta sinerji? Bu kelimeleri ne yapacağız, sözlüklerimizden mi sileceğiz?
Tabii ki değil. Ama “Susturun şu kadını” diyen bir yaklaşımla diyalog kurmanın yöntemi nedir? Hele hele yanınızda uğradığınız saldırıya tavır koymayı unutmuş meslektaşlarınız varken, onlara güvenemiyorken... Dahası sizi davet eden “sen de uslu dursaydın, bak şimdi beni de dövecek” diyen bir zihniyetken... Hele hele Türk edebiyatının önde gelen yazarlarından birinin, elli yaşındaki bir kadının “Sarhoş falan değildim, bir bira içtim, onu da onlar ikram etmişti” diye açıklama yapmasına bile neden olunmuşken...