Kıskançlık değil, mesele edebiyat
Nasıl oldu da bu tartışma bu noktalara vardı, anlayamadım?
Zira adı geçen üç yazarın, üçü de edebiyat dünyasının özel kalemleri. Ne kitaplarının satışında, ne de okur nezdinde birbirlerini kıskanmalarını gerektirecek bir durum var!
Ama olay artık nasıl aktarıldıysa bu tartışmadan ne zaman bahsedilse akla az önce kavgadan çıkmış, saçı başı dağılmış üç kadın geliyor.
Hele Adalet Hanım’dan (Ağaoğlu) bahsediliş tarzı... Hazmedilir gibi değil! Oysa Türk edebiyatının mihenk taşlarındandır o. Adını anmadan önce üç kez durup düşünmemiz gereken...
Onun bir kadını sadece geleneğin değil en özgürlükçü alanların bile kısıtladığını anlattığı romanı “Ölmeye Yatmak” yayımlandığında sene daha 1973’tü... Adalet Hanım daha o zaman, geleneksel değerler kadar Cumhuriyet değerlerinin hatta özgürlükçü söylemlerin de kadınları kuşattığını söylemişti. Yani ortada daha ne “cinsel özgürlük kadar inanç özgürlüğü de gerek” diyenler vardı, ne de postmodernler... Modernizm tepe noktasındaydı.
Zira Elif Şafak da bu yüzden, hayatının en kritik döneminde (ilk çocuğuna hamileyken) Adalet Hanım’ın kapısını çalmadı mı? Onun tavsiyesine ihtiyaç duymadı mı?
O zaman Elif Şafak’ı savunmak adına, onun takdir ettiği bir yazarı “kıskançlıkla” paylamak niye?
İşte Buket Uzuner’in de itirazı buna... “Adalet Hanım’dan bahsederken, biraz daha dikkatli olalım” diyor... Bu kadar açık! Ama biz bundan ne anlıyoruz: “Kadın kadının kurdudur.” Pardon ama Elif Şafak kadın da Adalet Ağaoğlu ne oluyor?
Gelinen noktada durum şu: Adalet Ağaoğlu, kendisiyle yapılan röportajdan sadece Elif Şafak’la ilgili bölümlerin alınıp yayımlanmasına itiraz etti, haklı! Çünkü açık bir provokasyon var. Buket Uzuner, Adalet Hanım’a karşı gelişen üslup bozukluğuna karşı tavır aldı. Kesinlikle haklı, desteklenmeli.
Elif Şafak’sa susmayı tercih ediyor, o da haklı! Çünkü konuştuğu an ortalık yine toz duman olacak ve mesele yine sığ sulara çekilecek.
Zira tartışmanın ne olduğu bile unutuldu hatta umursanmıyor. Çünkü “İlle de kadın yazar kavgası olsun! İster çamurdan olsun!” durumu söz konusu. Peki, konu neydi? Elif Şafak, önceki kitabı “Siyah Süt”ü yazmadan önce Adalet Ağaoğlu’nu ziyaret etmiş, onunla annelik, kadınlık ve yazarlık üzerine konuşmuş, bu sohbeti de romana taşımıştı. Adalet Hanım ise Şafak’ın kendisini ev kadını gibi anlattığını ima ederek, “Beni farklı göstermiş, ben öyle biri değilim, beni kullanmış” demişti. İşte kadın kavgası olarak yorumlanan bu... Ama buradaki mesele ne kadın tartışmasıdır, ne de kıskançlık meselesi... Burada ciddi bir edebiyat tartışması söz konusu değil mi? Yani şu ünlü soru “Bir kişiden, -hem de adıyla sanıyla- bir romanda bahsetmenin koşulu var mıdır? Yazarın özgürlüğü nerede başlar, nerede biter?”
Bunun ne olduğunu anlamak için de isterseniz kendinizi önce Adalet Ağaoğlu’nun yerine koyun..
Bir kadın olarak herkesin sizden çeyiz yapmanızı beklediği bir toplumda yazarlığı seçmiş olun, tüm kadınlık rollerini bir kenara bırakarak kendinize ait bir yaşam kurduğunuzu... Sonra bir yazar, hem de size tavsiyeye gelen, sizden ev kadını gibi bahsetsin. Ne hissederdiniz?
Ama hayır, bitmedi
Şimdi bir de Elif Şafak’ın yerine koyun... İlk çocuğunuza hamilesiniz. Yıllarca göçebe yaşamışsınız. Hiçbir eve bağlanamamış, sürekli taşınmışsınız. Öyle ki kitaplarınız kolilerden çıkıp kendine bir raf bile bulamamış. Sonra bir gün evlenmişsiniz dahası hamile kalmışsınız. Çocuk demek, yerleşmek demek! Aklınız yazıdayken ona süt vermek, altını temizlemek, onun derdiyle meşgul olmak, demek... Paniklemiş, “Ne yapacağım” demişsiniz ve “Ölmeye Yatmak” romanının yazarının kapısını çalmışsınız. Ve belki de o gün orada çocukluğa özgü bir huzur bulmuşsunuz. Çayın yanında kurabiye verilen... Ve bu anınızı kaleme alıp bir romanın başlangıcı kılmışsınız. Ama tavsiyesi için kapısını çaldığınız yazar daha sonra “Ben böyle biri değilim” demiş. Söyler misiniz, ne hisseder, derdinizi nasıl anlatırdınız?
Sizce de, bu tartışmayı bir çırpıda kıskançlıkla ya da kadın kavgasıyla açıklamadan önce biraz daha düşünmekte fayda yok mu?