İnce Memed’in sırrı
Buket"in Kitaplığı
Ne zaman kendisine “Bey” desem kızar... “Bana Yaşar de! İlla bir şey ekleyeceksen de Yaşar abi!”
Bu samimi insan Yaşar Kemal’dir.
Uzundur tanıyorum kendisini... Çocukluğumdan beri. Malum bir yazarı tanımak, kitaplarıyla olur, el sıkışarak değil.
Onu ne zaman görsem yaşama sevinci ve gelecek mutlulukların heyecanıyla yeni planlar yaparım.
Biliyorsunuz; geçen hafta kendisine 60. sanat yılı nedeniyle iki ödül verildi: Fransa tarafından en büyük ödülleri olan Grand Officier dans l’Ordre National de la Legion d’Honneur’ ve Mimar Sinan Üniversitesi tarafından da fahri doktora.
Her ikisinde de sadık bir okur, arkadaş olarak oradaydım.
Yaşar abim ödül almış, gitmemek olur mu! Sonra annem-babam ne der?
Bu sözlerim bir şaka ya da abartı değil. Çünkü Yaşar Kemal tıpkı bizim evde olduğu gibi en az iki-üç kuşağın sevilen yazarıdır.
Ona olan sevgi farklı kuşaklarla da sınırlı kalmaz. O aynı zamanda her kesimin yazarıdır. İşçisinin de “yüksek sanat seven” yüksek burjuvazinin de...
Sanırım bu da çok az yazara nasip olmuştur.
Okumak zor iştir. Bir kere televizyon seyretmek gibi insan bedenine uygun değildir. Kitap okurken girdiğimiz şekilleri bir düşünün... Bir kitap sarmışsa bir saatin sonunda sancı çekmeye başlarız. Sonra kitap okumak mahremiyet gerektirir. Herkes gülüp eğlenirken siz sessiz bir ortama çekilir, dedikodulara kulaklarınızı tıkar, başka bir dünyaya dalarsınız. Bizim gibi, insanların yalnızlığı sevmediği toplumlarda ise bu çok zordur. Ama Yaşar abinin romanları bu ve benzeri nedenlere rağmen hep okunmuştur, hem de satır satır.
Dahası İnce Memed bir roman kahramanı olmanın ötesine geçip “yaşamaya” bile başlamıştır. Mesela gidin Çukurova’ya birçok kişi, onun dedesi olduğunu ya da bir bayram günü ziyaretlerine geldiğini, birlikte çay içtiklerini anlatacaktır size.
Sakın onlara “Bu mümkün değil” demeyin çünkü söz konusu Yaşar Kemal’in edebiyatı ise mümkündür... Ayrıca fırçayı da yersiniz! (Ben bir keresinde yedim!)
Edebiyat hayatın dışında değildir. Yazarların birer mabede dönüşen odalarından hayata uzanan büyük bir damardır, sayısız küçük damara ayrılan... Hayattan beslenen ve hayatı besleyen...
O gün Mimar Sinan Üniversitesi’nde Yaşar Kemal belgeselinde onun doğduğu köye gidişini gösteren sahneler bunu öyle güzel anlatıyordu ki! Yaşar abi davullarla, zurnalarla karşılanıyordu köyde.
Acaba köy ahalisi onu büyük şehirden gelmiş ünlü biri diye mi böyle karşılıyordu? Hayır. O köyün oğlu muydu, yıllar sonra gelen? Elbette evet! Ama sadece bu değildi insanların ona sarılıp öpmelerinin sebebi. O onların hikayesini bilen, aktarandı. Yoksa Yaşar abinin köye girdiği an, halayın başına geçip hep birlikte Çukurova’nın ritmini tutturmaları başka nasıl açıklanırdı?
Köy romancısı değildir!
Yaşar Kemal’in romanları sanılanın aksine köy romanı değildir. Çünkü onun romanlarının esas malzemesi ışık ve renktir. Tondan tona giren ışığı görürsünüz onu okurken. Ayrıca romanlarında başkaldırının yanı sıra yaşam adı verilen o büyük dengenin tüm ritmini hissedersiniz. Bunu bize hissettiren de Yaşar Kemal’in romanlarının “köy romanı” sanılmasına neden olan doğanın dilini deşifre etmesidir. O dilde sadece bir coğrafyanın, bir kültürün hatta insanlığın değil tüm yaşamın kodları ve ritmi vardır.