Helal olsun Leyla abla!
Dünya Basın Tarihi’ne adını altın harflerle kazımış gazeteci Leyla Umar, aramızdan ayrıldı...
Kartvizitinde sadece “Leyla Umar, gazeteci” yazardı. Ne bir televizyonun ne de gazetenin adı vardı. Gerek de yoktu zira Leyla Umar adı tüm gazete, televizyon ve dergilerin isimlerinden daha büyük, daha tanınmıştı.
Her şeyden önce onun adı uluslararasıydı. Kendisini ondan daha kıymetli gören ve çok daha fazla para kazanan erkek meslektaşları gibi imzası Türkiye ile sınırlı değildi. Röportajları, yazıları ve çektiği fotoğraflar 47 ülkeye yayılmıştı. Üstelik o sıralar ne Twiter vardı, ne Facebook ne e-mail. Leyla Hanım küçücük bir demeç almak için günlerce kapısında beklenen o ünlü kişiler için sürekli mektuplar yazar, araya akıl almaz kişileri sokar, ya da yüzüklerini satarak kazandığı parayla o kişinin bulunduğu ülkeye giderdi.
Röportajları gibi zihni ve vizyonu da uluslararasıydı. 82 yaşındayken bile aklı Rusya’da, Putin’deydi. Onunla röportaj yapmak için saatlerce soğukta beklemiş, sık sık talepte bulunmuştu. Ama olmamıştı. “Biraz daha genç olsam yapardım” derdi. Bence de yapardı ve biz de bu sayede Putin’in hiç bilmediğimiz bir özelliği ile karşılaşırdık. Ne yazık ki, vefatından sonra, dünyanın en iyi röportajcılarından bu değerli gazeteciyi Türkiye basını bir levrek buğulamaya indirgedi. “Castro’ya levrek buğulama öğretmişti” diye yazılıp çizildi hikayesi. Oysa önemli olan o yemek değil, o yemeğe vesile olan röportajdan önce Leyla Umar’ın Castro’yu röportaja ikna edebilmek için tam 10 yıl uğraşmış olmasıydı. Üstelik Castro ile birlikte yemek yaptıkları o meşhur buluşmada Leyla Hanım Çerkez tavuğu ve köfte yapmıştı, Castro da tuzda balık. Leyla Hanım’ın ona öğrettiği balık ise Kalkan’ndı ve o üçüncü buluşmalarına ait bir detaydı. Levrek buğulamanın onlarla hiçbir ilgisi yoktu!
Ama işte, her şeyin magazinini seven basınımız iletişim fakültelerinde ders olarak okutulması gereken bir kişiliği ve onun röportaj tekniğini (özellikle röportajlları alabilmek için bir oya gibi ilişki dokumasını) gözardı edip uyduruk bir “levrek buğulama” hikayesi anlatıp durdu. Yine de çok takılmamak lazım bu sığlığa…
Zira Leyla Hanım yaşarken bu röportajın karşılığını en güzel şekilde almıştı. Küba’dan Türkiye’ye döndükten sonra onu yolda gören taksi şoförleri klaksonlarını çalıp "Helal olsun Leyla ablaaa!" diye bağırırmış. Bu nedenle o taksi şoförlerini de anarak cenaze namazında hep bir ağızdan bağırdığımız o güzel sözleri gibi bir kez daha tekrarlamak isterim: Helal olsun Leyla abla!