Frankfurt notları
Yüzü aşkın ülkeden yedi bin yayıncının katıldığı Frankfurt Kitap Fuarı’ndan döndük
Hevesle ve heyecanla binmiştik uçağa, ancak organizasyon sorunlarından ötürü keyifli günler geçirdiğimizi söyleyemem. Ama yazarlarımızın, yayıncılarımızın, ajansların verimli görüşmeler yaptığını ve 6.5 milyon Euroluk bu projenin bir şekilde meyve vereceğini ummak istiyorum.
Fuarın sloganı “Tüm renkleriyle Türkiye”ydi. Yani her dilden ve dinden esere ve yazara yer verecek bir fuardı bu. Ancak “ona da yer verelim, buna da” ve “aman kimse kimseyi de ezmesin” derken hiçbir rengi kalmamıştı. Mesela Türkiye stantları “oryantalist” olmasın diye o kadar sade yapılmıştı ki, yayıncıları, yazarları tanımasam Türkiye bölümünde olduğumu bile anlayamayacaktım.
İtalya, Meksika gibi ülkeler bayraklarını ya da bayrak renklerini neşeli bir yorumla kullanmışlardı. Biz ise Türk bayrağını sadece Türk yemeklerinin verildiği lokantadaki masalarda görebildik. Onur Konuğu ülke olmamız nedeniyle Türk Edebiyatı Sergisinin bulunduğu alanda da Türk bayrağı yoktu. Varsa da ben görmedim. Türkiye’yi simgeleyen şey ise, Frankfurt Kitap Fuarı logosunun turkuaz rengi basımıydı.
“Tüm Renkleriyle Türkiye” sloganında Çetin Altan ve Ahmet Altan’a yer yoktu.
Ama Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören ve Ebubekir Eroğlu gibi İslami kesimin yazarları kendine bir renk bulmuştu.
Organizasyon sorunları tarif edilir gibi değildi. Mesela benim gibi Refik Durbaş ve Hilmi Yavuz da pasaportta bir buçuk saat beklemek zorunda kaldı.
Organizasyonu üstlenen ve Bakanlık ihalesini alan Bayam Şirketi yetkililerinden (Yiğit Bengi hariç) kimseyi bir türlü göremedik ve ulaşamadık.
Organizasyon o kadar dağınıktı ki Türk çizgi roman tarihi sunumunda çevirmen yoktu. Çeviriyi seyircilerden biri yapmak durumunda kaldı. Yani işler Türk usulü yürüdü!
Ama Frankfurt’ta güzel şeyler de oldu. Mesela Suhrkamp Yayınevi Mario Levi’nin Almancaya çevirdikleri “İstanbul Bir Masaldı” kitabından övgüyle bahsediyor. Perihan Mağden’in “İki Genç Kızın Romanı”nı da çeviren bu yayınevi ile ilgili küçük bir not. Bu yayınevi Orhan Pamuk’un bundan 18 yıl önce “Beyaz Kale”yi çeviren yayınevi. Yani Pamuk’un açılış konuşmasında değindiği yayınevi... Onlar şimdi bu durumdan çok üzgün olduklarını söylüyor. Çünkü o zaman ilgi görmediği için kitabı desteklemediklerini ama şimdi Nobel aldığı için bu fırsatı kaçırdıklarını söylüyorlar ve keşke destekleseydik diyorlar.
Kentin her yanında fuarın izlerini görmek mümkündü. Mesela şehrin caddelerinde “100 milyon kopya” sloganıyla Paulo Coelho afişleri yer alıyordu. Coelho’nun 100 milyonuncu kitabını satması “Tanrıdan sonra en çok satan adam” esprilerine neden oldu. Coelho ayrıca fuarda yeni kitabı “Grida”nın tanıtımını da yaptı ve Alman yayıncısı onun için büyük bir parti verdi.
Dört yıldır verilen Alman Yayıncılar Birliği Kitap Ödülü ise konusu Doğu Almanya üzerine olan 900 sayfalık “Der Turm” (Kule) romanından ötürü Uwe Tellkamp’a verildi.
Bizim pavyonumuz çok sade olsa da diğer bölümler fuara gittiğimize değdi. Amerikalılar şov yaparken Ruslar mağrur ve şıktı. Mesela Soljenitsin’in ya da Dostoyevski’nin fotoğrafları, kitapları dizilmiş öylece oturuyorlardı. “Bizim şova ihtiyacımız yok” der gibiydi!
Herkes İtalyanlar’dan bahsediyordu. Büyük bir İtalyan restoranını da pavyonlarına alan İtalyanlar’ın özellikle erotik kitapları dikkat çekiciydi.