‘Dalgaların Sesi’ne kendinizi bırakın
Yukio Mişima’nın “Dalgaların Sesi” adlı romanı, yazarın karanlık dünyasının aksine ışıltılı bir anlatımı ve yorumu barındırıyor...
Nasıl ki, Ezra Pound söz konusu olduğunda, tüm genellemelerimizi bir kenara bırakmak zorunda kalıyorsak, Yukio Mişima için de aynı şey geçerli.
İki yazarın da tutkuyla desteklediği dünya görüşleri kabul edilecek türden değildi. En azından benim için. Pound Faşizm taraftarıydı. Onun için faşizm, eski bir geleneğin doruk noktasıydı.
Mişima da faşistti. 1970’li yıllarda Japon toplumunun eski değerlere dönmesi için gerekirse silahlanılması gerektiğini savunuyordu. Mişima’nın eskiden kastı ise, Samuraylarla simgelenen geleneksel Japon kültürü ve düzeniydi. Ancak bu konuda yaptığı bir konuşma dinleyiciler tarafından aşağılanınca seppuku yaparak intihar etmişti. (Seppuku bizim harakiri olarak bildiğimiz intiharın doğru adıdır.)
Işıltılı bir anlatım...
Yani neresinden bakarsanız bakın siyasi görüşlerini benimseyemeyeceğim bir yazar Mişima, tıpkı Ezra Pound gibi. Ama yine tıpkı Ezra Pound gibi eserlerine ve kişiliğe de kayıtsız kalamayacağım…
Çünkü Mişima’nın dünyası karanlıktır. İnsanın kuytuda kalmış yönlerini bir bir bulup deşer ve nasıl karanlıktan gelen bir sese kayıtsız kalamazsa insan, onun romanlarına da öyle teslim olursunuz.
Bunun sırrı da yalın anlatımıdır.
Son olarak Zeyyat Selimoğlu’nun özenli çevirisi ile tekrar okuma şansı bulduğum “Dalgaların Sesi” ise onun bu karanlık dünyasının aksine daha ışıltılı bir anlatımı ve yorumu barındırıyor.
Roman, zengin kız-fakir oğlan ilişkisini konu ediniyor. Kızın babası tarafından istenmeyen ve buna direnen genç ve masum bedenlerin ve ruhların birlikteliğini.
Ama okuduğumuz metin, sıradan bir aşk hikayesinden çıkıp bir adanın, adadaki dalgıç kadınların, balıkçı erkeklerin hikayesine dönüşüyor. Hiç tanık olmadığımız bir kültüre, uzaklardaki bir adaya, o adanın kıyılarına vuran dalga seslerine…