Cehennem’in yolları Dan Brown’dan
.
Satış rakamları, güvenlik tedbirleri, çevirmenlerin çilesi... İstanbul’a akın edecek turist sayısı... Dan Brown’un yeni romanı “Cehennem” çıkmadan bu konuları konuşmaya başladık. Ne de olsa karşımızda “Da Vinci Şifresi” ile tüm dünyada 81 milyon satarak kitap endüstrisinin taşlarını yerinden oynatmış, tabiri caizse şirazesinden çıkarmış bir kitabın yazarı ve onun yeni iddialı romanı vardı. Üstelik bu kez işin içinde biz sevgili Türkler ve dünyaya ithal ettiğimiz istisna değerlerimizden güzel İstanbul’umuz da...
O yüzden yazdık çizdik, yazdık, çizdik... Ve nihayet artık sıra romana sıra geldi. Yani bir komplo teorisi (mesela bu kitap Brown’a yazdırıldı mı gibi) ortaya dökülmeden “Cehennem nasıl bir roman?” sorusu üzerine iki çift söz edelim.
Konu şöyle... Kahramanımız Robert Langdon (tabii tüvit ceketiyle) başından vurulmuş bir halde kendini Floransa’da bir hastanede bulur. Son iki günü hatırlamadığı bir hafıza kaybı yaşamaktadır. Hastanede onu tedavi eden ise güzel bir dahi kadın doktordur; Sienna. Beyin üzerine uzmandır. Dahidir, sanattan farklı dillere kadar öğrenme yeteneği çok yüksektir. Mesela çocukken bir ayda bir dil öğrebilen bir zekaya sahiptir. Sonra “Ejderha Dövmeli Kız” romanından fırlamış gibi bir suikastçi kadın hastane odasını basıp Langdon’u öldürmeye çalışır. İkili kaçarlar. Sonra Langdon’un o meşhur tüvit ceketindeki gizli cepte son teknolojiye sahip bir tüp bulurlar. Bu aslında bir projektördür ve kahramanlarımıza bir şeyler anlatmaya çalışmaktadır. Bu arada Langdon’un peşine konsorsyum adı verilen ve müşterilerine soru sormayan sadece isteklerini yerine getiren gizli bir örgüt düşmüştür.
Hikaye özetle bu... Dan Brown’un romanlarını okuyanlar bilir ki, o her romanını bir tez üzerine yazar. Bu kez tezimiz artan nüfus artışının dünyanın başına bela olacak olması. Hızla tükenen doğal kaynaklar, küreselleşme... İşte diyor romandaki kötü adamımız Bertrand Zobrist; bu durum dünyanın “Cehennem”e dönüştürecek. Çünkü dünya tarihinde hiç bu kadar yoğun bir nüfus artışı ve artış hızı olmamıştı. Özellikle Ortaçağ’da sık sık yaşanan veba salgınları bir nevi doğal nüfus planlaması rolü oynamış dünya nüfusunu dengelemişti. Ama şimdi, ilerleyen tıp ve teknoloji ile iş çığrından çıkmış, tüm distopya romanlarda anlatıldığı üzere dünyanın sonu gelmekteydi. Kısaca; dünya nüfusunu şöyle yarıya indirecek bir veba insanlığa zarar vermek yerine aslında katkıda bulunacaktı.
Elbette tahmin ettiğiniz üzere Robert Langdon ve arkadaşı Sienna’ya da bunu engellemek düşüyor. Bunun için de Floransa, Venedik ve İstanbul’a kadar uzanan bir güzergahtaki tarihi eserlerin sembollerini çözmeleri gerekiyor. Bu sembolleri çözerken kullanacakları bir nevi yardımcı kitap diyebileceğim kitap ise, (“Da Vinci Şifresi”nde bu İncil’di) Dante’nin “Cehennem”i oluyor...
Yani Dan Brown, her romanında uyguladığı kurgusuna bu kez sanat tarihini oturtmuş. Tez olarak da nüfus artışını seçmiş. Kadın kahramanın rolü ve sonundaki bağlantı bile aynı. (Spoiler vermeyeyim de.) Ancak bu roman asla “Da Vinci Şifresi” kadar satmayacak. Zira “Da Vinci”, altarnatif Hıristiyanlık tarihini ele almış hatta Hz. İsa’nın bir olabilir mi sorusunu ortaya atmıştı. Dahası bugün tüm askeri, sivil, gizli açık örgütlenmelerin aslında bir yere bağlı olduğunu söyleyen, o en büyük paranoyanın tüm kodlarını da buna bağlamıştı. Ama en önemlisi “Ya Hz. İsa’nın mirasçıları varsa, ne olurdu?” sorusunu gündeme getirmişti. Ancak bu romandaki tez çok daha spesifik ve sanata endeksli... Yani bestseller bir roman için hedef kitle çok kısıtlı!