Bülbülü öldürmek
Bağıra çağıra gelmiş de bu cinayet biz duymak istememişiz. Hrant her defasında öldürüleceğini söylemiş de biz inanmamışız. Korumamışız onu. Dahası on altı yaşındaki o çocuk cinayeti aylar öncesinden anlatıp durmuş da bir polis, bir aklı selim çıkıp “aklını başına devşir, yazıktır” dememiş
Bu yüzden Hrant Dink cinayeti gerçekleştiğinde akla Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” romanı geldi. Çünkü bu roman da önceden ilan edilmiş, herkesin bildiği ama kimsenin gerçekleşeceğine inanmadığı bir cinayeti konu alıyordu. Öyle ki romanın katilleri bile cinayeti işleyeceklerine inanmıyordu. Bol bol içmişlerdi ve gördükleri herkese “Onu öldürmeye gidiyoruz” diyorlardı. Çünkü burası küçük bir kasabaydı ve böyle diyerek birilerinin ona haber vereceğini, böylece onun kaçacağını ya da saklanacağını ve cinayetin engelleneceğini sanıyorlardı. Ya da birilerinin “durun yapmayın” diyeceğini... İşte tam da bu yüzden gerçekleşmişti cinayet çünkü herkes “nasılsa biri engeller” diyerek günlük koşturmacasına devam etmişti.
Kabul edelim Hrant’ın cinayeti de az çok böyle oldu. “Neden bana açılan davalar patırtı koparmadı” diye sordu, duymazlıktan geldik. “Bir güvercin kadar ürkek oldum” dedi önemsemedik. Belki de biz de onun gibi düşündük. Dedik ki “Bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz” hatta “onlara yem atıp atıp onların yere konup sonra da uçmalarını seyreder.”
Tam da bu zamanda!
Ama dokundular. Hem de yetimhanelerde büyüyen, gündüzleri okuyup geceleri çalışan, Ermeni olduğu için itilip kakılan bir insanın tüm bunlara rağmen iyi bir insan olmak için verdiği mücadeleye bile aldırmadan dokundular. Şimdi herkes Hrant’ın cinayetinin başımıza açacağı belalardan bahsedip duruyor. “Tam da ABD’de soykırım yasası geçecekken oldu” deniyor, neredeyse “keşke bir ay sonra olsaydı” denecek... Evet, bu cinayet başımıza çok bela açacak. Çünkü Hrant’ın cinayeti “Bülbülü Öldürmek”ten farksız. Hayatın ona sunduğu zorluklara rağmen tüm o koşullardan vicdan sahibi bir insan yaradışını “ısrarla şarkı söyleyen bir bülbül”e benzetmemiz gerekmez mi?
Harper Lee’nin ünlü romanını hatırlayalım. Hani sinemaya da uyanrlanmış ve küçük bir kız çocuğunun gözünden bize ırkçılığı anlatmıştı. Beyaz bir kadına tecavüz edilmiş, ırkçı kasaba sakinleri de suçluyu araştırmaya bile gerek duymadan zencilerin arasından seçmişti. Vicdan sahibi bir avukat çıkana kadar. O avukatla kasaba vicdan ve insanlıktan haberdar olmuştu.
Ve o avukat çocuklarına bir tüfek hediye ederken onlara ve insanları siyah-beyaz, şu ya da bu diye ikiye ayıran tüm insanlığa şöyle demişti: “Arka bahçedeki tenekeleri vurmanızı yeğlerim, ama kuşların peşine de düşeceğinizi biliyorum. (...) Ama unutmayın ki bülbülü öldürmek günahtır. Bülbüller yalnızca müzik üretirler. Bizi eğlendirmek için bahçeleri yağmalamazlar, yalnızca şarkı söylerler hem de yüreklerini paralayana dek.” Biz, bir bülbül öldürdük, günahımız büyük!