Bu portakal artık çürüdü
.
Cumhuriyet ideolojisi “oku adam ol” der, İslam “oku!"
Buna rağmen memlekette kitabın düşmanı da boldur. Sadece kitabın mı, heykelin, resmin, tiyatronun... Ama elbette bu düşmanlık topyekün değildir. Yani kimse çıkıp “Memlekette resim yasaklansın” dememiştir. Ama nü bir sergi bir anda bitiverir. Gerekçe ise hep aynıdır; o kitap ya da eser kültürümüze uygun değildir.
Oysa, az önce dediğim gibi bu ülkenin iki kültür bileşeni de "oku" der ve ayrım gözetmez.
O zaman... O zaman ortada bir başka kültür daha var, her kültürden işine gelen kısımları cımbızlayarak kendini oluşturan. Ve bence Türkiye asıl onun yarattığı bir iç çatışmayı yaşıyor; lümpenliğin.
Emin olun, ısrarla kimse bunun adını anmayacak ve her türlü mesele gibi bu da "Laik-İslam çatışması" olarak tanımlanacak. Tıpkı Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Huzur" romanında "Batı'nın Mozart'ı varsa bizim de Itri'imiz var" dediğini sanmak ya da bilinçli olarak yalan söylemek gibi. Oysa Tanpınar'a göre Itri'yi dinleyen Mozart'tan da keyif alır. Haklıdır da emin olun, bunu diyen hayatında Itri dinlememiştir. Tıpkı bir zamanlar Televole izleyip "Belgesel seyrederim" diyenler gibidir onlar. Sadece bugün kafayı "Fareler ve İnsanlar"la bozmuştur, yoksa Gazali okumak istediğinden değil. Yani bu yasakçı, sığ, indirgemeci zihniyet hep vardı. Ama bugün değişen bir şey var; çok daha küstah. Peki bu lümpenlik nasıl oldu da kadar yaygınlaştı? Birileri, devletin son yıllardaki kültür ve sanata olan yaklaşımından olaylar bu noktaya geldi, diyecektir. Haklılar da. Kimse haksız olduklarını söyleyemez. Birileri ise biraz daha geriye gidip "12 Eylül darbesinin yasakçı zihninin devamı bunlar" diyebilir. Olabilir. Birileri de meseleyi daha da derine götürecek, Cumhuriyet ideolojisi, harf devrimi falan diyecektir. Kökümüzden koptuğumuz için insanlarda Latin Harfleri ile yazılan kitaplara tepki geliştiğini falan... Böylece tartışma İslam-Laik çatışmasına getirilip kör düğüm edilecektir. Mesela Milli Eğitim Bakanı'nın "Şeker Portakalı"nı okutan öğretmeni arayıp "Çocuklara kitap okutarak ne faydalı şeyler yapıyorsunuz" demesini istemeyecek. Tartışıp duracağız. Ama başka şeyleri.
Çünkü... Sadece son yıllarda değil öncesinde de kültür-sanat bu ülkede sevilmedi, aşağılandı. Türkiye'nin en çok okunan köşe yazarlarından biri utanmadan bazı yazarlara "entel-liboş" dedi. Kitaplar okunmadan eleştirildi; "Ben onu okuyamıyorum, çok kötü."
Hele bütün suçu Netekim Paşa'ya atmak... Şaka mı yapıyorsunuz? Sanki darbe öncesinde memlekette anne-babalar çocuklarını müzelere götürür, futbol konuşmak yerine kitap okurmuş gibi. Oysa hemen yukarımızda Rusya, kadınları başka ülkelerde bedenlerini satacak kadar acılar çekerken, çaresizlik içindeyken kimse çıkıp suçu "Fareler ve İnsanlar"a atmadı.
Hele harf devrimi meselesi... Sahi Latif Alfabesine geçmeyen İran'da ya da Suudi Arabistan'da kitap sevgisi çok mu yüksek, edebiyat patlaması mı yaşanıyor? Bu duruma elbirliği ile geldik. Küçük çıkarlarımız için yaptığımız seçimlerle bu yasakçı kültürü inşaa ettik. Şimdi şoktayız; "Ama bu kadarı da olmaz!" falan diyoruz. Niye? Chuck Palahniuk'un "Ölüm Pornosu"na dava açılması daha mı normaldi? Bu kanıksama bile korkunç! Bu yüzden diyorum ki; artık asıl meseleye gelsek mi yani medeniyet tartışmasına! Ya da arzu ederseniz portakalı soyar, başucumuza koyar, bu büyük yalanı uydurarak yaşamaya devam ederiz; bence de atalarımız portakal sevmez, elmadan şaşmazdı!
‘Yeni yıla nasıl girdiyseniz öyle geçer’
Her yeni yıl büyük bir umut. Bomboş duran ve doldurmanızı bekleyen bir defter gibi. Artık hayal gücünüze kalmış. Ve derler ki; yeni yıla nasıl girdiysen o yıl öyle geçer. Bu durumda ben ne desem bilemedim. Çünkü Bavul Ajans'ın sahibi Sayım Çınar'ın Point Otel'de düzenlediği ve sanatçıların katıldığı bir partiye gittim. Her şey harikaydı, yemekler, servis, ambians, konuklar. Tek sorun Ahmet Hakan'ın DJ'liğiydi. Sevgili arkadaşım Ahmet, ben de Neşet Ertaş ve Kardeş Türküler severim ama yılbaşı gecesi de değil hani...