Bu kahvaltı mekanında tüm Türkiye var
.
Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem. Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı” der Cemal Süreya.
Bence de.
Yüze vurulan soğuk suyun ayıltıcı dokunuşuna mutfaktan evin her köşesine yayılan kızarmış ekmek kokusu kadar insanı neşelendiren, kederlerini askıya alan kaçan vardır?
Tavşan kanı demlenmiş çayın şıngırtısı, tereyağın üzerinde slalom yapan vişne reçeli, onu ne tatlılar istese de baldan bir türlü kopamayan kaymağın cool görüntüsü, ölmez ağacın mucizevi meyvesi zeytin, akşamları rakının yanına da eşlik etmekten keyif alan peynir, kokusuyla insanı mest eden domates yanına konmuş incecik yeşil biber... Ve elbette, o sabah ki, zevkimize göre bir sahanı şenlendiren, içinde düğün dernek yapan sucuklu yumurta veya menemen.
Eh evin en genci ya da mahalleliyle şöyle bir “sabahlaşmak” isteyen erkeği bir de simitçiye gitmişse, artık ister İzmir’de olun ister İstanbul’da o safra, kalkılmaz bir cennet olur. Gazeteler açılır, okunur, televizyondaki keyifli bir filme bakılır ve elbet tüm bunlar tatil günü yapılır.
Ne de olsa hafta arası yoğundur, sabahları kısacıktır, trafik bir beladır, aç karnına evden çıkılır, kahvaltı atlanır. Belki de bu yüzden olsa gerek, son yıllarda hafta sonu kahvaltılarına olan ilgi hızla artıyor. Hatta artık sadece ve kahvaltı veren restoranlar var. Bunlardan biri de Kadıköy Moda’da açılan ve tesadüfen keşfettiğim Hintçe, “Dağın kızı” anlamına gelen Naga Putrika. Buranın sahibi iki genç kadın. Özlem Işın (31) ve Seniha Demirok (26). Mekanlarına “Dağın kızı” demelerinin sebebi ise, Ganj’ın kıyısında tarım yapan kadınların nehre bu şekilde seslenmesiymiş. Bu hikayeden ve mekanın sahiplerinden de anlayacağınız üzere “Naga Putrika”ya her a∫amada kadın eli değiyor. Çünkü burası, misafirlerine sundukları tüm ürünleri üreticisinden, köylüden alarak mönülerini hazırlayan bir yer. Peki ürünler nerelerden geliyor? Ağırlıklı olarak Antakya’nın Vakıflı Köyü ve Çanakkale’nin Nusraltı Köyü’nden... Elbette İzmir tulumu İzmir’den, kaşar peyniri ve türevleri de Kars’tan. Kestane balına gelince onu Artvin’den ama Çam balını da Karadağ’dan getirtiyorlar ve liste böyle uzayıp gidiyor. “Gencecik iki kadın bu büyük bir organizasyon ve ağ kurmayı gerektiren bu işi nasıl başarmış?” diye sorarsanız, “Çok kolay” derim. Çünkü Özlem Işın’ın Mimar Sinan Üniversitesi’nde yaptığı master’ının konusu; “Hesler’le mücadele.” Hal böyle olunca araştırma sırasında birçok üretici ve kooparatifle tanışma fırsatı bulmuş.
Bu sayede de bire bin katarak ürünleri pazara getiren aracıları ortadan kaldırabilmiş. Bu sayede de hem köylü ve üretici daha iyi kazanmış hem de lezzetli ve sağlıklı yiyeceklere ulaşabilmişler.Tabii mekanın sahibi iki sosyolog olunca ve yapmış oldukları işi de adeta bir antropolojik araştırma gibi yürütünce hazırladıkları mönüler de bu toprakların yemek kültürünü yansıtmış. Her biri diğerinden lezzetli yiyeceklerle dolu olan mönülerin isimleri şöyle: Zuğa (Lazca deniz, demek), Köyceğiz, Çiçekdağı, Söğütçük, Velika (Boşnakça Büyük, demek) ve Hewsel. Biz Zeynep Altıok’la gittiğimizde tüm Türkiye’nin yaşadığı siyasi ikilemi yaşamış Köyceğiz ve Hewsel (İzmir-Diyarbakır) arasında sıkışıp kalmıştık.
Neyse ki Özlem Hanım yardımımıza koşmuş ve bizim için iki mönüyü şöyle bir harmanlamış, biz de bu sayede doya doya Cemal Süreya’nın mutluluğunu yaşamıştık.
Herkese afiyet olsun