Bizim Oscar’ımız olur mu?
.
Bu sorudan kastım “Türkiye’den biri Oscar alır mı?” değil! Amacım “Etkili bir ödülümüz olur mu?” sorusunu tartışmaya açmak.
Pek çok kişi bu soruya “Elbette olamaz çünkü Türkiye sinema sektörü Hollywood’la kıyaslanamaz” diyecektir. Doğrudur, haklıdırlar.
Bu yüzden derdimi daha iyi anlatmak için soruyu bir de şöyle sorayım: “Bizim Emmy’miz, Nobel’imiz, Altın Ayı’mız, Grammy’miz vs. olur mu?”
Dizi sektörünün 1 milyar TL’lilik bir büyüklüğe ulaştığını, geçen yıl 214 milyon kitap basıldığını dikkate alırsak bu alanlardaki ödüllerin yarattığı etkinin de büyümesi gerekmez mi?
Mesela bir edebiyat ödülünün, bir kitabı daha çok sattırması ya da bir ödülün o tiyatro oyununa olan ilgiyi artırması gibi.
Burada yılların getirdiği birikimle Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni kapsama alanı dışında tutmak gerek. Çünkü bu ödül öyle ya da böyle hep bir tartışma yaratmayı başarıyor. Kimi küsüyor, kimi protesto ediyor, kimi de çığlığı basıyor!
Peki bu neden diğer ödüllerde olmuyor?
Genellemede bulunmak istemem. Eminim, her alanın kendi içinde farklı kriterleri vardır. Ancak geçen haftasonu katıldığım Antalya TV. Ödülleri’ni izlerken bir kez daha şunu anladım: Ödüller aynı zamanda birer cezadır ve jüri üyeleri ödül vermenin “keyfini” sürmek istediği kadar, birini cezalandırmanın yaratacağı küskünlüğü ve vicdan azabını da göze alabilmeli. Kısaca; iyi adam olmayı sevdikleri kadar kötü adam olmanın yalnızlığını da göğüsleyebilmeliler.
Ancak bir cemaatin, çetenin, ekibin, ailenin üyesi olmayı birey olmaya tercih edenlerin ülkesi Türkiye’de bu biraz zor. Nitekim tam da bu yüzden TV Ödülleri’nde tuhaf şeyler yaşandı. En İyi Polisiye Dizi Ödülü’nü Arka Sokaklar’a veren jüri, Behzat Ç’nin kalbi kırılmasın diye, “Al bir sakız, oyalan” der gibi, ona da Jüri Özel ödülü verdi. Aynı şekilde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü alamayan Erdal Özyağcılar’a da...
Ödüller önemlidir. O sanat alanında ve sektördeki üretimi körükler. Lokomatif görevi bile görebilir. Ama bunun için ödüllerin paye biçen olması gerekir, paye bekleyen değil...
Bir de kime ne ödülün verilmesi gerektiği de çok iyi belirlenmeli. Mesela kalfalık dönemini yaşayan bir oyuncuya, sırf görmezden gelmedik dememek için, umut vaad eden ödülü verilmemeli. (Bkz:Sadri Alışık Ödülleri, Bartu Küçükçağlayan.) Ya da Antalya TV Ödülleri’nde olduğu gibi “En İyi Kültür Sanat Programı” adayları arasına Mehmet Yaşin’in “Lezzet Durakları”nın konmaması... Çünkü o zaman insan ister istemez şu soruyu soruyor: “Tamam, anladık yemek bir kültürdür, ama sanat bunun neresinde? Salçasında mı?”
Yemekteydik!
Dileğim gerçek oldu! Perşembe gecesi entelektüel bir “Yemekteyiz” programına katıldım. Ulvi Sami, İnkılap Kitabevi’nden çıkan “Unutulmaması Gereken Lezzet Sırları” kitabının tanıtımı için evinde nefis bir davet verdi. Kitapta yer alan yemeklerin masayı donattığı gecede elbette yemek kültürü ve yemek kitaplarının sektördeki yeri üzerine konuşuldu. Ve anlaşıldı ki, birkaç yıla kadar kitap tanıtımları çok daha yaratıcı etkinliklerle yapılacak! Şimdiden afiyet olsun!
Behzat Ç. kadınlara umut veriyor!
Behzat Ç.’nin başarısı beni mutlu ediyor çünkü “ithal ikame” olmayan yani yüzde 100 yerli bir polisiyenin üstelik edebiyat eserinin ruhuna sadık kalınarak çekildiğinde reyting alabileceğini gösterdi.
Peki Behzat’ın sırrı ne? Geçen hafta Mehveş Evin, bu konuda güzel bir yazı yazdı ve Behzat Ç.’yi maço yapısına rağmen erkekler kadar kadınların da izlediğine dikkat çekti.
Buna bir ekleme de ben yapmak isterim:
Kadınlar Behzat Ç.’yi izliyor çünkü Behzat onlara, erkeklerden umudu kesmemelerini söylüyor. Arayıp sormayan, ilgisiz görünen, erkeklerin bu tavırlarının arkasında bir “sevgisizlik” değil de kendini ifade edememe sorunu olduğunu, kadınlarla karma bir hayat sürdürme pratiklerinin olmadığını...
Yani kadınların “Beni seviyor ama...” diye başlayan cümlelerinin doğru, “ama”- ların ise zor aşılır olduğunu!
Ekiz ailesinin sergisini kaçırmayın!
Üç oğul... Üçü de sanatçı. Metin, Rafet ve Rahim... Üçü de akademili. Büyük oğul Metin Ekiz Türk heykel sanatının en ünlü isimlerinden. Kullandığı demir-kaynak tekniği ile öğrencilerine ilham olmuş bir usta. Rafet Ekiz ise, sadece resimleriyle değil yaşamıyla da efsaneleşmiş büyük bir sanatçı. Rahim Ekiz ise kısacık ömrüne (30) değerli eserler sığdırmayı başarmış bir diğer değerli heykeltraş.
Ve anneleri; Esma Ekiz... 52 yaşında, okuma-yazma bile bilmeden, bir gün sanki vahiy gelmiş gibi resme başlayan ve resimleri ile sanat çevrelerini şaşkınlığa uğratan harika birkadın... İşte bu anne ve birbirinden değerli üç oğlunun eserleri Tepe&Anqrart (Teşvikiye) sergileniyor. Muuhakkak görün...