Bir şehre dönmek
.
Bazı yazarlar tenhaları sever. Kalabalık kaldırımlardan değil, onlara karşıdan bakan tenha gölgelerden yürür. Seyretmeyi, izlemeyi, izlerken kendi içindeki dünyaya dalıp oradan evreni, hayatı yorumlarlar. İnsanın derinlerinde saklanan hüzne dokunan bir üslupları vardır. Belki hiç günışığı görmemiş karanlıklara dokunurlar. Cümleleri “mıh” gibi işler, ama romandan çekip alsanız, bir yere not etseniz de anlamı kaybolur. Ama bazı yazarlar da tam aksine kalabalığın tam ortasında durur. Orhan Kemal gibi kahvehanelerde oturmayı, kitaplarını batak, king oynayan kimi zaman kavga eden müdavimlerin, bardaklara şarkı söyleten çay kaşığı sesleri arasında yazarlar. Romanları, öyküleri kalabalıktır onların. Sadece birer kahraman dolaşmaz satırlarında, o kahramanı destekleyen birçok tipleme de girer çıkar. Öyle ki, bu tür yazarların romanlarında yalnızlık bile çoğuldur.
Şunu açıkça söylemek istiyorum; bir başka yazar “Ben yazarım, organizasyon benim işim değil“ diyebilir ve bu tür bir festivale sadece konuk olarak katılarak destek verebilirdi. Ama işte Ahmet Ümit ikinci tür yazarlardan olduğu için böyle bir çabaya mesafeli duramazdı. Çünkü bu sayede üniversite sınavlarında en düşük puanı alan Gaziantep şehrine okuma sevgisinin aşılanmasında muazzam bir kıvılcım çakmayı başardı. Nasıl mı? Ahmet Ümit’e Gaziantep’te duyulan sevgi görülmeye değerdi. Burada sadece “İstanbul’dan ünlü bir Antepli gelmiş fotoğraf çektirelim“ alışkanlığının ötesinde bir durum vardı. Herkes elinde bir kitapla geliyordu yazarların yanına. Çünkü Ahmet Ümit, bir ticaret şehri olan ve ekonomik durumu çok iyi olan Gaziantepliler için, bir yazar olarak rol model olmayı başarmıştı.
O yüzden diyorum ki, yazarların doğup büyüdükleri topraklara dönme zamanı belki de gelmiştir. Bu sayede “anayurtları” olan çocukluklarının hayallerini yaratma imkânını yakalarken o şehrin “okurlarının hayalleri“ önündeki engellere de bir çelme atabilirler. Ne dersiniz?
Belki de Ulysses’lerin evine dönme vakti gelmiştir.