Bir kitabın gücü nedir?
Bir nesne bir insanın kaderini değiştirebilir mi? Değiştirir. Hem de hayal bile edemeyeceğinizden çok
“Varoşta Sörf” isimli o muhteşem belgeseli seyrettiğimden beri “küçük şeylerin” büyük gücünü artık daha iyi biliyorum.
Bu Brezilya’nın ünlü varoşlarında geçen bir hikâye... Hani burada doğan hemen herkesin ileride katil, uyuşturucu bağımlısı ya da ceset olmak arasında tercih yaptığı favelada.
Bir milyon insanın kibrit kutusu gibi evlerde ya da sokaklarda yaşadığı ve lüks otellerde kalan turistlerin “Aa, böyle yaşayan bir insan türü varmış” demek için gezdiği o büyük varoşta... Yani “Burası nasıl değişir” diye kafa patlatsanız her yolun çıkmaza vardığı bir gayya kuyusunda geçen bir hikâyeydi bu. Ama her şeyi değiştirenin de bir adam ve sörf tahtasının olduğu.
Adam bu mahallede doğup büyümüş ve şansının yardımıyla farklı bir hayatın olabileceğini görmüş biriydi.
Şimdi bunu buradaki çocuklara anlatmak istiyordu. Bunun için de bir sörf okulu kurmuştu, gerekli malzemeyi ise sahile terk edilen kırık tahtaları onararak temin ediyordu.
İlk başta herkes onun bu çabasına gülüp geçmiş... Ama bir-iki genç dalgaların üzerinde kaymanın zevkine varınca işin rengi bir anda değişmişti.
Evet, sörf onlara iyi iş sunmuyordu ama hayata bakışları değişmişti.
Mesela içlerinden biri “artık buradan çıkmak, okumak, anneme güzel bir ev vermek istiyorum, uyuşturucu kullanmak değil” diyordu.
İşte bu belgeseli seyrettiğimden beri bu tür çabaları daha bir hayranlıkla izler oldum. Tıpkı salı günü bundan iki yıl önce kaybettiğimiz sevgili Erdal abimizi (Öz) anmak için Şile’ye gittiğimizde olduğu gibi...
Can Yayınları, kurucusu olan Erdal Öz adına Şile İlköğretim Okulu’nda bir kütüphane kurmuştu.
Doğanın ortasında şirin mi şirin bir okul burası. Her yer pırıl pırıl.
Öğretmenlerinin mesleklerine olan tutkusu insanı umutlandırıyor. Hele Türkçe öğretmenleri...
22 yaşında. Diyarbakırlı, Adana’da okumuş. Umut denilen şeyin ne olduğunu anlamak ışıl ışıl parlayan gözlerine bakmak yeterli.
Bizi bir rafın önüne götürüyor. Diyor ki, “Bu kitapları depoda buldum. Küflenmişlerdi, tek tek temizledim.” Kitapları görünce yazarlar, yayıncılar...
Hepimiz hazine bulmuşa döndük. Çünkü söz konusu Huxley’den Unomuno’ya, Shakespeare’den Mevlana’ya yani Batı’dan Doğu’ya en önemli klasikleri içeren Hasan Ali Yücel kitaplarıydı.
Hani bir zamanlar Milli Eğitim Bakanlığı’nın Nahit Sırrı Örik’ten Mina Urgan’a ülkenin en iyi çevirmenlerine çevirilerini yaptırıp okullara gönderdiği o muhteşem kitaplardı.
İşte o genç öğretmen o kitapları depodan çıkarmış, temizlemiş ve Can Yayınları’nın yaptırdığı kütüphanenin raflarına dizmişti...
Öğretmenler, okul müdürü, yazarlar, Can Yayınları’nın sahibi Samiye Hanım...
Herkes çok mutluydu. Çünkü şunu çok iyi biliyorduk, o kitaplar bir şeyleri değiştirecekti!
Not: Şile İlçesi Kaymakamı’na, Milli Eğitim Müdürü’ne, Belediye Başkanı’na teşekkür etmek ederim. Kütüphanenin açılışına katıldıkları ve destek verdikleri için. Ama keşke konuşmaları Erdal Öz ile ilgili bir-iki cümle içerseydi. Ne de olsa söz konusu Türkiye’nin en özel yayıncısı ve “Gülünün Solduğu Akşam” kitabının yazarıydı. Üstelik o gün, onun ölüm yıldönümüydü. Biz de bu nedenle oradaydık.
Hatırlamakta fayda var
Bilgi Üniversitesi’nde gerçekleşen “Cinsiyetçi Olmayan Medya İçin” isimli konferans medya mensuplarının oldukça dikkatini çekti.
Özellikle de kadınların çünkü Yrd. Doç. Dr. Hale Bolak Boratav konuşmasında “Medyada erkekler yaratıcı, üstün, kadınlar ise çocuk şirinliğiyle yansıtılıyor ayrıca genel yayın yönetmenlerinin hepsi erkek” dedi.
Böylece Vivet Kanetti’nin “Koş Süreyya Koş” isimli kitabının tezi bir kez daha doğrulanmış oldu. Hatırlanacağı üzere Kanetti kitabında, kadınların medyada “ciddi” konularda değil de “özel hayatları” ve “life style” meselelerle yer bulabildiğine dikkat çekmişti.