Ben her Bienal strese girerim...
Şu sıralar karşılaştığım her kişinin ilk sözü belli: “Bienale gittin mi?” Ama bu soruya “Gittim desem bir türlü, gitmedim desem bir başka.”
Şu sıralar karşılaştığım her kişinin ilk sözü belli: “Bienale gittin mi?” Ama bu soruya “Gittim desem bir türlü, gitmedim desem bir başka.” Zira daha “Gittim” dediğim an karşımdaki bir yerlere yetişmem gerektiğine bile aldırmadan başlıyor sormaya: “Nasıl buldun, şu Taocu olayı sence de fazla abartılı değil mi? Ramazan’da böyle bir şeyi doğru buluyor musun?” Bu tartışmadan kaçmak için “Gitmedim” dediğimde ise bir anda kültürsüzlükle suçlanıp “Şekerim bizim mesleğimizin sanatla ilgisi yok ama daha ilk gün gittik. Çok güzeldi, ülkemizin adını uluslararası arenada da başarıyla temsil ettiği için gurur duyduk” gibi cümlelerle karşılaşabiliyor ve saçımı başımı yolmak isteyebiliyorum.
Ama tecrübelerim sonunda sihirli bir savunma cümlesi bulmayı başardım, şimdi her kim bana “Bienal’e gittin mi” derse bunu kullanıyorum: “Uzundur gezmek istediğim eski bir mahalle vardı onunla birlikte programıma aldım, yarın takip etmeye başlıyorum.” (Cümlenin otoritesine ama en önemlisi “Sakın soru sorma, soracaksan da akıllı olsun” üslubuyla karşıdakine saldığı korkuya ve geri püskürtmeye bakar mısınız!)
Tüm bunların dışında arkadaş ve meslektaş çevreniz sizden Bienal’i bir sanat eleştirmeni kadar iyi anlamanız ve yorumlamanızı dahası “nesne ve mekan ilişkisindeki zaman olgusunu kullanarak” gibi cümleler kurmanızı da ister, sanatçılarla ilgili magazinsel anekdotlar anlatmanızı da. Oysa kimse anlamıyor ki bu Bienal denilen sanat olayı benim de aklımı karıştırıp kendimi salak gibi hissetmeme neden olabiliyor. Mesela geçenlerde Beyoğlu’ndaki bir sanat etkinliği olan “Ekmek Kapısı”nı (Caddenin ortasında bir kapı, kapıda ekmekler asılı, ne yaratıcı ama!) geçtikten sonra bir mağazaya rastlayınca yerimde çakılı kaldım. Vitrindeki “İndirim” yazısı dijital gibi yazılmıştı. Dahası kıyafetler bir tuhaf asılıydı. Dedim ki; “Bu da Bienal’in bir parçası mı!” Tabii kafamı kaldırıp da çok ünlü bir markanın adını görünce ne hissettiğimi siz anlayın. (Ama Ekmek Kapısı’ndan çok da estetik ve etkileyici bir tasarımdı!) Bu yüzden de eve gelir gelmez kütüphanemden Bienal’le ilgili beni aydınlatacak kitapları indirip başladım okumaya. Size de tavsiye ederim. İlki Türkiye’de çağdaş sanatın öncü isimlerinden olan küratör Beral Madra’nın katıldığı Bienaller’e ilişkin yorumlarını içeren “İki Yılda Bir.” Diğeri ise Sibel Yardımcı’nın “Küreselleşen İstanbul’da Bienal” adını taşıyor ve İletişim Yayınları’nca yayımlandı. Bu kitap ise Bienal’in bir sanat olayı olduğu kadar iktisadi ve politik bir olay olduğuna da dikkat çekiyor. Sonuncusu ise; “10. Uluslararası İstanbul Bienali Kataloğu.” Zira bu kataloğu, İstanbul’un dört bir yanına yayılan Bienal’in kapsamını görmek ve sanatçıları tanımak için bile edinmenizde fayda var.