Bakırköy insanlığınızdan utanmanız için iyi bir yerdir!
1980 öncesindeki hali ve yapılan haberlerle terk edilmiş, kötü muamele gören hastaların mekanı olarak akıllara kazındı Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi...
Öyle ki, sonrasındaki reformist çalışmalar, personelin fedakar çalışmaları bile bu imgeyi yıkamadı. Bakırköy’de çalışmış üç hekim Betül Yalçıner, yazar Cem Mumcu, Peykan Gökalp’in editörlüğünde Okyanus Yayınevi’den çıkan ve hemşiresinden hastabakıcısına Bakırköy’de görev yapmış kişilerin yazılarından, anılarından oluşan “Bakırköy Hastanesi’nin Gizli Tarihi” kitabı ise hastanenin basına yansımamış yönlerini anlatıyor.
CEM MUMCU:
Dışarıdakiler bize deli gözüyle bakmaya başlar, belki de öyledir...
Kamuoyu sizi yazar olarak tanıyor ama siz aslında psikiyatrsınız. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde de 10 yıl çalıştınız. Burası size ne kattı ve ne götürdü?
Götürdüğünü sanmıyorum ama çok şey kattığına eminim. Hekimlik zaten isminin içerdiği manaya layık olmaya çalışırsanız adam olmaya katkı sağlar. Kitapta da söz ettiğim gibi Bakırköy’de “Hayatın aslında nasıl bir şey olduğunu tüm çıplaklığıyla görmeye, anlamaya, hissetmeye başlarsınız. Hayat da size fena halde dokunmaya, oranızı buranızı ellemeye başlar. İçinizi dışınızı kırmaya, sıkıştırmaya, çimdiklemeye, eğriltmeye, küçültmeye, eyelemeye başlar. Eğer hamurunuzda ve nasibinizde varsa iyi adam olmaya iyi bir başlangıçtır bu... Normalle anormalin kavi sınırları gevşemeye yüz tutar; sonra iyiden iyiye birbirinin içinde erimeye doğru giderler. O yüzden size de biraz deli gözüyle bakmaya başlar dışardakiler... Bunu bir delirme zannederler, belki de öyledir, kimin umurunda...”
Koşullar neydi, neler hissederdiniz?
Koşulların benden önceki döneme göre çok daha iyi olduğunu biliyorum. Nedendir bilmiyorum ama oranın gelenek haline gelmiş kökünden gövdesine nüfuz etmiş insani bir hamuru vardı. Şimdi aklıma geldi belki şöyle söyleyebilirim: Uzunca bir zaman “Özal” giremedi oraya. Yani 1980 sonrası değişen ahlak anlayışı.
Kitabı okuyunca gördüm ki, her hasta bir roman kahramanı gibi
Kitabı okuyunca gördüm ki her hasta bir roman kahramanı gibi.. Bu da çalışanları biraz yazar yapmış... Sizin yazarlığınıza Bakırköy’ün katkısı nedir?
İnsan yazarsa ona neyin, ne kadar katkısı olduğunu pek de bilemiyor ama Bakırköy her şeyim gibi kalemimin ucuna da bereketle akmıştır şüphesiz.
Burada çalıştığınız süre zarfında insanlığınızdan utandığınız anlar oldu mu?
Birçok kereler. Bakırköy bunun için iyi bir yerdir. Adamı güzel kırar!
İnsan ruhunu tedavi etmek buranın yaralarını görmek hatta kimi zaman bir tedavinin olmadığını bilmek nasıl bir duygu?
Bu sorunun cevabı için bir kitap yazabilirim! Özetle diyebilirim ki ne kadar hırpalayıcı da olsa özünde iyi bir duygu. Hele dünyanın yaraları görmezden gelen, ölümü yok sayan, yaşlanmayı kötü sanan makyajlı ve sahte bir hale iyiden iyiye kendini kaptırdığı bu çağda gerçekle bağını sürdürebilmek sanıldığından çok daha “mutluluk” verici. Gerçeklik her zaman iyidir.
Atilla İlhan insilünle tedavi edilmiş o zamanlar antidepresan yoktu
Attila İlhan’ın insilün tedavisi görmüş, nedir bu?
Evet bu ilginç bir anekdottur. İnsülin şok tedavisi, EKT’ten (elektroşok) bile eski ve terk edilmiş bir tedavi yöntemi. Aslında riskli de. Mesela ölümle sonuçlanabilir. Attila Bey, bir gün sohbet ederken anlatmıştı bana. Ben de kendisinden izin almıştım bunu ifşa edebileceğime dair. Attila Bey’in Erzurum’da askerlik yaparken sanırım melankolik bir ruh hali olmuş bir dönem. Fevzi Çakmak Hastanesi vardır Erzurum’da, askeri hastane. Oraya sevk edilmiş. Asabiye doktoru onu dinledikten sonra ismini sormuş. Sonra da kafasını kaldırıp “O Attila İlhan mı” diye sormuş. Daha ilginci o doktorun da o sırada askerlik yapan Ayhan Songar olmasıdır. Ve Ayhan Songar, Attila Bey’e işte bu adı geçen tedaviyi uygulamış. Bu tedavide kişinin şeker düzeyi düşürülüp epilektip nöbet geçirtilir. Attila İlhan, Ayhan Songar için “İstanbul’da da dostluğumuz sürdü” diye anlatmıştı.
Böyle bir riskli bir tedaviyi uygulatacak kadar mı melankolikmiş?
Atilla İlhan bana içe kapanık, ölümü düşündüğü bir dönem olarak anlattı. Ama bu yöntem neden tercih edilmiş bilmiyorum. Tabii o zamanlar antidepresanlar yoktu. Bunun etkisi olabilir.
Son zamanlarda gördüğüm doktorlar Matrix’teki Ajan Smith gibi...
Kitabı okurken gördüm ki, elektro şok, bir tedaviden çok korkutma yöntemi. Hastaya “Seni EKT’ye götürürüz” deniyor, mesela. Böyle bir tedavi olabilir mi? Tehdit üzerine kurulan?
Bunlar maalesef olmuştur. Çoğu zaman doktorun çaresizliğinden olmuştur. Çaresizlikse genellikle yetersizlikten kaynaklanmıştır. Yine de genellememek gerekir. Üstelik EKT sakinleştirmek için yapılan bir tedavi değildir. Yaşam kurtardığı zamanlar vardır. Ve yeni tedavi olanaklarıyla çok daha az kullanılmaya başlanmıştır.
Sizce psikiyatrinin geride bırakması gereken tedavi yöntemleri ve bakış açıları nelerdir?
Bunun yanıtı aslında çok uzun. Çünkü eskinin bakış açıları kadar onların yerine konmuş “şimdi”nin psikiyatrisinde de tartışılması gereken çok nokta var. İnsanı biyopsikososyal (yani insanın hem biyolojik, psikolojik hem de sosyal bir yapı olduğu vurgusu) bir bütün olarak ele almayı başarmayan her türlü bakış noksandır. Günümüz tıbbı, her türlü bilimsel gelişmeye rağmen insani değerler açısından kötü bir yere gidiyor. Kariyerist, kapitalist, egoist bir yere aktı tıp. Zaman zaman korkuyorum. “Primum non nocere” yani “önce zarar vermeyeceksin” prensibinin yerini “önce para kazanacaksın, önce kariyerini düşüneceksin, önce zarar görmeyeceksin” almış durumda. Bilim ve teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin onu kullanan insanın nasıl düşündüğü ve ne hissettiği meselesi atlanmıştır. Teknoloji Neo’nun mu yoksa Ajan Smith’in mi elindedir? Son zamanlarda gördüğüm doktor türü Ajan Smith’tir, korkarım ki. Ve onlar pazar güdümlüdürler ve onların bilimleri de pazar güdümlü. İnsandan ayıklanmış bir bilim? Bu çok ama çok önemli bir konudur ve kiliseden bile daha güçlü bir tapınma, sorgusuz sualsiz inanma tapınağıdır bugün bilim. Korkuyorum!
PEYKAN GÖKALP:
Bu çocuklar tehlikeli mi, tamamen akıllarını mı kaybetmiş?
1986-87-88’de Bakırköy’e çok sayıda asistan alındı, zorunlu hizmetle birçok farklı kurumdan uzmanlar geldi, bu kişiler hastanenin geleneği ve birikimine, çizgisine ahenkli bir şekilde eklemlendiler diye düşünüyorum. Böylece Bakırköy zenginleşerek yoluna devam etti... Yıllar önce Psikiyatri Acil nöbetçisiyken devamlı hastanede kalan hastalardan ikisinin “firar” ettiği bildirildi. Gecenin ilerleyen saatlerinde bizim iki hasta polis arabasıyla ama zorlanmadan hastaneye getirildi. İki polis memurundan biri durumdan sıkılmış hatta korkmuşa benziyordu, diğeri ise duygulanmış gibiydi. İkincisi bize yaklaşıp, “Şimdi bu çocuklar tehlikeli mi, yoksa tamamen akıllarını mı kaybetmiş?” diye soruyordu. Belli ki, yolda gelirlerken kurulan ilişki sırasında akıl hastası ile ilgili ezberinde bir sarsılma olmuştu. Hastalarımız bizden polis memurlarına çay ikram etmek için izin istediler. Memurlardan ilki korkuyla izin vermememiz için yüzümüze bakarken diğerinin gözleri dolmuştu. O polis memurları o gece hastaneden çıkarken artık aynı insanlar değildi...
BETÜL YALÇINER:
Yıldırım Aktuna’nın gelişi büyük değişimin başlangıcı oldu
Kitabın adı; “Bakırköy Akıl Hastanesi’nin Gizli Tarihi” ve burada çalışanların metinlerinden oluşuyor. Yani “hastalara kötü muamele edildiği” söylenilen bir hastanenin çalışanlarının metinlerinden. Bunu; “Bu hastanenin tarihini bir de bizden dinleyin” olarak yorumlayabilir miyiz?
Öyle yorumlanabilir. Hastane seksen yıldan daha uzun bir geçmişe sahip (1927-2009), Öncesi de Süleymaniye ve Toptaşı Bimarhaneleri. Tüm bu tarihe baktığınızda her yeni döneminin idarecilerinin eskisini bir “enkaz” olarak adlandırdığı ve yenilemek, ıslah etmek için uğraştığını görüyoruz. Ama ilginç olarak aynı dönemi anlatan farklı yazılarda aynı şeye bakıp farklı yönlerini gördüklerine ve onları öne çıkardıklarına da şahit oluyoruz. Bence bu da tabii bir şey. Çünkü içinde iyiyi kötüyü, ilerlemeyi, gerilemeyi, bencilliği ve merhameti birlikte barınırabilen karmaşık bir yapıdan bahsediyoruz.
Bakırköy’de çalışmak zor olmalı. Ama burada çalışmanın size verdiği bir şeyler olmalı ki, uzun yıllarınızı buraya vermişsiniz. En güzel anınız nedir?
Evet, burada çalışmak güzeldi. Çalıştığım her yerden fazla Bakırköy’de çalışırken kendimden, yaptığım işten memnun oldum. Okul gibi gelmiştir hep bana Bakırköy. Bazen yanlışlıkla okula geldim falan derdim, başka arkadaşlarımda da görmüşümdür bu dil sürçmesini. Ama sürçmeler çoğunlukla daha derindeki bir şeye işaret eder. Boşuna değildir yani.
1980 Bakırköy Akıl Hastanesi için de milat olmuş. Hastanenin 80 öncesi ve sonrasına ilişkin değişimi nedir? Personelin Yıldırım Aktuna’ya ilişkin eleştirileri var. Ancak Doktor Baki Arpacı’nın da yazısındaki gibi hastanenin yeniden yapılanması onunla başladı. Aktuna’ya ilişkin eleştirilerin nedeni ne?
1980’de Aktuna’nın gelişi gerçekten hastane için çok büyük bir değişimin başlangıcı olmuş. Enteresan olan, büyük iddialarla başlatılan ve sonra yavaşça sönüp unutulan pek çok girişimin aksine akamete uğramadan devam etmiş. Öncesine dair ve değişim döneminde yaşananlara dair kitapta pek çok “şahitlik” var, ve bazen bunları sanki aynı kişi mi yazdı, aynı yazının devamı mı diyorsunuz. Aktuna ile ilgili dikkat ederseniz, sertti, öfkeliydi, titizdi diye anlatıyorlar, ama kimse “Hastane umurunda değildi, kişisel ikbali için uğraştı” demiyor. Belediye başkanı ve bakan olarak da hastanenin üzerinden elini eksik etmemiştir. İkinci önemli husus da bu sertliğe rağmen kişisel inisiyatifleri çok kırmaması, hatta teşvik etmesi denebilir.