Baharı karşılasak
.
- Bir çiçekçiye gitsek. Fideler, tohumlar alsak. Güzel saksılar seçsek. Heyecanla eve gelsek, çiçeklerimizi özenle eksek. Hatta domates, biber, nane falan da... Ellerimiz toprağa değse. Tırnaklarımızın arasına girse, yüzümüz toprak karası olsa, tüm bunları yaparken yaramaz kuşlar cıvıltılarıyla bize eşlik etse...
- 'Ölmeden Önce Dinlemeniz Gereken 1001 Albüm' kitabını alsak, içinden sevdiğimiz albümleri işaretlesek. Olanları bir kenara ayırsak, olmayanları not etsek, zamanla tamamlasak ya da tamamlayacağımızı hayal etsek... Sonra her haftaya bir albüm seçip bir müzik ajandası tasarlasak. Dinlesek, dinlerken kitaptan o bölümü okusak ve bizde kalan duyguları, hatırlattığı anıları ya da kurdurduğu hayalleri bir günlük gibi yazsak.
- Bu deftere yazmak için dolmakalem alsak. Tercihen tüplü olanlardan. Orhan Pamuk'un romanlarını dolmakalem ile yazdığını hatırlasak, tüp değiştirirken kendini kurşun değiştiren bir silahşöre benzettiğini... Hatta biz de onun gibi ateşlediğimiz kurşun kovanlarımızı bir kutuda biriktirsek.
- Yurt dışı planları yapsak. Çünkü Pegasus Havayolları Kış Kampanyası'nı açıkladı. Mesela Viyana'ya yahut Roma'ya gitsek. (30 Euro gidiş, 30-40 Euro dönüş.) Roma'nın daracık sokaklara girip çıksak, kaybolsak, bilmediğimiz meydanlara çıksak ya da bir pizza dükkanında şansımızı denesek. Viyana'da konsere gitsek ya da bilet bulabilirsek operaya... Tabii müze ve sergi salonlarını turlayıp sonra şinitzel ve şaraptan oluşan keyifli bir yemek yesek.
- İstanbul Moda Haftası'na gitsek. Defile izlesek. Ama öncesinde Ahmet Hakan'ın yaptığı ve köşesinde yazdığı gibi "tüyo"lar alsak.
- İKSV Film Festivali için listemizi yapsak. Katalogtaki bilgiler yetmeyince internette dolaşsak, yeni yeni bilgiler edinsek. Ama mutlaka "Lizbon'a Gece Treni" filmini listeye eklesek. Bir de edebiyat uyarlamalarından en sevdiklerimizi...
- İstanbul'daysak, vaktimiz de varsa, güzel bir Kadıköy turu yapsak. Arkadaşımızla Buket Uzuner'in "İki Yeşil Su Samuru" romanının kahramanlarının aşklarını yaşadıkları Baylan Pastanesi'nde buluşsak. Burada makaron yesek ya da onların ünlü kup giyelerinden Tam karşısındaki Hacı Bekir Muhiddin'e uğramayı da ihmal etmesek hatta burada bir demirhindi şerbeti içsek... Sonra başlasak yukarı, Moda'ya doğru kıvrılmaya. Yol boyu karşımıza çıkan sahaf dükkanlarına girip çıksak. Kitapların, efemeraların, fotoğrafların arasında kendimizi unutsak. Eşelenip dursak. Kimlere ait olduğu belli olmayan, eski siyah-beyaz fotoğraflara bakıp hikayeler kursak, karakterler yaratsak. Oradan çıktıktan sonra çizgi roman dükkanlarına, konsept, tasarım mağazalara, kitapçılara, kırtasiyelere girsek. Oradan da Yapı Kredi Kültür ve Sanat Merkezi'nin Caddebostan'daki Galerisi'ne gidip "Kartpostallarla Balkan Savaşı" sergisini gezsek.
- Baharın gelişi şerefine Jon Krakauer'in gerçek bir hayat hikayesini anlatan "Yabana Doğru" kitabını okusak. Kitabın kahramanı gibi, her şeyi, tüm toplumu, kurallarını geride bırakıp doğaya kaçabileceğimizi görsek, baharda eve tuz ekmek almayı unutan Orhan Veli'ye de bir selam çaksak!