7 cilt artık 2 ciltte!
Bir kez daha teşekkürler Yapı Kredi Yayınları!
Bazı okumalar kitabın kapağı açılmadan başlar... Kitap rafında öylece duruyordur. Hatta daha alamamışsınızdır bile ama nasıl olduysa bir kere aklınıza düşmüştür, tıpkı bir kadın ya da erkeğe duyulan ilk hoşlantı gibi. Arada bir aklınıza gelir, zihniniz onu şöyle bir yoklar; içinizde tatlı bir ürperti olur. Git gide bu yoklamalar sıklaşır, üstelik bu arada o kitapla ilgili herhangi bir gelişme de olmamıştır. Ne bir arkadaşınız okuduğu bir cümleden bahsetmiş, ne de gazete sütununda adına tesadüfen rastlamışsınızdır... Ama işte bir kadına ya da erkeğe duyulan ilk hoşlantı gibi, siz farkında bile olmadan bir kartopunun yuvarlanması gibi yuvarlanmaya başlamıştır o kitap akıl ve duygu dünyanızda... Ve bir sabah iştahla uyanmışsınızdır; canınız fena halde o kitabı okumak istiyordur. Soluğu kitapçıda alırsınız. Su gibi akıyordur roman. Tüm alt metinlerini açmıştır size, siz de iç dünyanızı... Gerisi, değeri bilinen bir aşk gibi yaşanacaktır.
Bütün bu uzun girişi Marcel Proust ve “Kayıp Zamanın İzinde“ romanı ile aramdaki ilişkiyi özetleyebilmek için yaptım. Yıllarca kafamda evirip çevirdiğim bir romandı... İsmi başlı başına bir çağrışımlar yumağıydı; hastalıklarla boğuştuğum gecelerin sabahlarında gözümü açtığımda yakalamaya çalıştığım sükunet gibiydi veya çocukluğuma dair bir kokuyu hatırlamaya çalışmak...Ö Ya da sabahları “Beş dakika daha, güzel bir rüya görüyordum“ diyerek tekrar uykuya dalmak, yarım kalan o rüyayı kovalamak ve bir daha asla yakalayamamak ve kendime geldiğimde “beş dakika”nın çoktan geçtiğini ve öğle saatlerine gelindiğini fark etmek gibi...
Ama nedense hep elimde kaldı bu roman... Çünkü cilt, ciltti... Bir cilde başlasam aklım diğerinde kalıyordu. Ciltler sıralı da olsa, kaçan bir rüyayı kovalarken olduğu gibi nedense bu sırayı takip edemiyordum. Herhangi bir yerinden başlamaya karar verdiğimde ise içim yine rahat etmiyor ve başa dönmeye çalışıyordum. Üstelik ne zaman kitapları sıralamaya kalksam diğer cildi de bulamıyordum. Dedim ya, sanki kaçan bir rüyayı kovalamak gibiydi...
Şimdi bu güzel kitap (modern edebiyatın en önemli üç sacayağından biri olarak kabul edilir, diğer ikisi James Joyce’un Ulysses’i ve Robert Musil’in Niteliksiz Adam’ıdır) iki küçük ciltte toplandı... Kağıdı incecik, ama tek bir harf bile arka yüzeye geçmiyor. Cildi, baskısı harika. Öyle ki, Proust’un adını duymamış biri bile, elinde tuttuğu kitabın hayata ve kendine bakışını değiştirecek özel bir kitap olduğunu anlayabiliyor. Çünkü iki ciltte bir araya gelen 3 bin sayfa, sadece içinde barındırdığı cümlelerle değil “fiziği” ile de size seslenebiliyor.
İşte bu da, başta benim gibi, Proustseverler için çok büyük ve büyülü bir şölenin habercisi. Çünkü bu sıcak ve nemli yaz günlerini artık nasıl geçireceğimi biliyorum.
Gün yaşanır, dostlar görülür, işler yapılır, yazılar yazılır, akşam yemeği yenir... Sonra hava hafifler, rüzgar çıkar, perdeler uçuşmaya, tende serin dokunuşlar oluşmaya başlar... Kanepeye uzanılır ve Proust’un “Kayıp Zamanın İzinde”sinin peşine düşülür. Hatta şansınız yaver giderse, geçen gün kaçırdığınız rüyanıza geçiş yapacağınız tatlı bir uykuya bile dalar gidersiniz; elinizde kitabınızla!
Marcel Proust kimdir?
Marcel Proust (1871-1922) 20. yüzyılın en büyük eserlerinden yedi ciltlik “Kayıp Zamanın İzinde”de 2000’in üzerinde kahraman vardır. Graham Greene Proust için “20. yüzyılın en büyük romancısı” der, W. Somerset Maugham ise roman için “Bugüne dek yazılmış en büyük kurgusal eser...” Proust romanın son cildinin taslakları üzerinde çalışırken ölür ve kardeşi Robert devreye girer ve roman Proust öldükten sonra yayınlanır. Roman baş kahramanın adına 3 bin sayfa boyunca ancak bir ya da iki kez rastlarız; Marcel. Yazar olmak isteyen, ancak hayatının “belleğini” bulmakta güçlük çektiği için bir türlü yazamayan biridir. Tam yazmaktan vazgeçeceği sırada, o da eserin sonlarındadır, “belleğini” bulur ve yazmaya başlar. Ancak bu düşündüğü kadar hoş değildir.
Büyükada’nın solmayan fotoğrafları renkleniyor!
“Bir kitabın kapısı olsaydı ve içine girebilseydiniz, dahası size bu yolculukta kitabın yazarı eşlik etseydi, o kapıdan girer miydiniz?” sorusuyla başlayan kitap turlarının ikincisi bu pazar...
Antonina Turizm ve Everest Yayınları işbirliğinde gerçekleştirdiğimiz kitap turlarında bu kez rehberimiz, Ahmet Tanrıverdi nam-ı diğer Fıstık Ahmet! “Büyükada’nın Solmayan Fotoğrafları“ kitabının kapağından girip İstanbul’da büyülü bir mavi yolculuğa çıkacağımız tur, Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada ve hiçbir teknenin yanaşamadığı Yassıada’yı kapsıyor. Tur sırasında Büyükada’da Troçki’nin evi, Abdülhamit’in oğlu müzisyen Burhanettin Efendi’nin köşkü, Vatikan Rezidansı gibi tarihte birçok hikayede başrol oynamış önemli yerler görülecek... Ve tura unutulan İstanbul mezeleri, yemekleri ve tatlıları eşlik edecek.
(1 Ağustos saat 10.30’da Kabataş’ta başlayacak olan turla ilgili detaylı bilgi ve rezervasyon için Tel: 0555 760 06 80 / Pbx: 0212 292 28 74-75)