2.5 saatin tek karesi bile kesilemez
.
Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Büyük Jüri Özel Ödülü’nü alan “Bir Zamanlar Anadolu’da” filminin galası 18’incisi Adana Altın Koza Film Festivali’nde gerçekleşti.
Nuri Bilge Ceylan, en sevdiğim yerli yönetmenlerden. Ancak ona olan sevgim pek çok kişinin aksine bir slogana dönüşen “Güzel ve yalnız ülkeme”sözlerinden kaynaklanmıyor.
Aksine keşke onun hiçbir cümlesi böylesine popülerleşmeseydi. Keşke bu sayede pek çok beyin tembeli, onun başarıları karşısındaki kayıtsızlıklarını bu cümle ile savuşturamasalardı. Keşke, Nuri Bilge’nin göz ardı edilemez başarıları üzerine, bu tür popüler bir cümleye sığınamayıp mecburen filmlerini anlamak zorunda kalsalardı. Neyse...
Benim Nuri Bilge Ceylan’a olan sevgim ise tamamen sineması ile ilgili. Her şeyin müthiş bir hızla hareket ettiği ve bu yüzden detayların küçümsendiği bir gerçeklikte onun yavaşlığın dilini seçmesinde. Çünkü onun bu ritminde bir şiirsellik var, kolay kolay akıldan çıkmayan... Bu öyle bir dil ki Türkiye’nin yerel meselelerine tamamen yabancı birine bile derdini anlatmayı başarbiliyor.
Tıpkı “BirZamanlar Anadolu’da” filmi gibi..
Kırıkale’nin bir ilçesinde geçen bir hikaye bu. Üç araba görüyoruz beyaz perdede. Birinde komiser var, sonra zanlı ve doktor... Arabayı Arap Ali sürüyor. Arka arabada Savcı Bey, katibi Abdi, onun arkasında da jandarma jipi... Yani Türkiye Cumhuriyeti’ni ya da devleti bir kasabada simgeleyebilecek hemen herkes o yolda gidiyor. Hepsi erkek. Kimi tahsilli, kimi değil. Kendi sınırlarını aşamamış erkekler bunlar ama devletin, düzeninin de oradaki otoriteleri.
Bir olay mahali arıyorlar. Belli ki bir cinayet işlenmiş. Ama ne hikmetse olay mahali bir türlü bulunamıyor. Aranan, bir çeşme, top şeklinde bir ağaç, sürülü bir tarla. Birbirine benzer dört yere bakılıyor, hiçbiri değil. Komiserin (Yılmaz Erdoğan) sinirleri git gide geriliyor.
Savcıyı oraya kendisinin getirdiğini, işi hızla çözemezlerse onun kabahati olacağını düşünüyor. Perdenin karşısındaki biz seyirciler ise, darbelerin işkenceyi meşrulaştırdığı bir ülkenin vatandaşı ve sinema izleyicisi olarak ister istemez geriliyoruz; “Eyvah” diyoruz, “Şimdi adama bir şey yapacaklar.” Ama öyle olmuyor. Nuri Bilge bize onların hikayelerini anlatmayı sürdürüyor.
Sonra... Sonra komiser, zanlının (Fırat Tanış) yalan söylediğini fark ediyor. Ve dayak faslı. Savcı (Taner Birsel) araya giriyor; “Naci ne yapıyorsun? Böyle mi gireceğiz AB’ye” falan diyor. Mola verdikleri muhtarın köyünde ise öyle bir an yaşanıyor ki, zanlı az sonra yiyeceği dayaktan ziyade gördüğü güzelliğin etkisiyle çözülüyor. Az sonra ceset bulunacaktır.
Buradan sonra bir cinayeti aydınlatmak ve kayıtlara düşmek için görevli olan tüm devlet personelini (otopsiye kadar) tek tek görev başında görüyoruz. Ve onların görevlerini gerçekleştirirken de devletin halini, bu halin insan faktörüne bağlı sebeplerini. Çırpınışımızı. Ambulans bozuk olduğu için bagaja katlanarak konan ceset, ceset torbasını unutan personel, tarlanın ortasında laptop’la tutanak tutan katip... Fakirlik, acizlik ve komiklik. Sadece maddi değil her açıdan yani bilgi, vizyon özellikle de duygusal fakirliğimiz yansıyor perdeye.
“Bir Zamanlar Anadolu’da” için çok yorum yapılacak. Benim yorumum ise özetle şu: Uzundur Türkiye’nin halini, neden böyle olduğumuzu (acımasızlığımız dahil) farklı bir bakış açısıyla anlatan bu kadar iyi bir film izlememiştim. Hele hele bunu “kadınsız” bir toplumun çocuk kalmış erkekleri üzerinden anlattığı için filmi ayrıca önemsiyorum. Mesela resmi tarihin, dilindeki katılığın altındaki çaresizliği öyle iyi anlatmış ki.
Gelelim popüler sorulara... Yılmaz Erdoğan nasıl? Başarılı. Hem de çok. Şöyle diyeyim; seyrettiğim adam kesinlikle Mükremin Çıtır değildi ya da diğer muzip Yılmaz Erdoğan karakterleri. Savcıyı canlandıran Taner Birsel ile Arap Ali ise harikalar yaratmış. Doktor’u canlandıran Muhammet Uzuner’i izlemek keyifti. Ama zanlı Kenan’ı canlandıran Fırat Tanış’ı alkışlamayı bir görev bilirim. Onun “Allı Turnam” türküsünü dinlerkenki yüzü, yani Naci’nin tabiriyle “gururuyla adamı ezen” hali unutulacak gibi değildi.
Gelelim ısrarla sorulacak ve tartışılacak soruya “Film uzun mu?” Bazıları için “Evet” ama düşünüyorum da, “hangi kareler çıkarılabilirdi?” Yanıtım “Hiçbiri.”