Şampiy10
Magazin
Gündem

Yüreği KIRMIZI kadınlar!

.

ABONE OL
Vatan Haber

Gezi olayları sırasında tutuklananlardan hemen her gün tahliye haberi geliyor. 2 Ekim’de, lise öğrencisi kardeşini okuldan almaya giderken polis tarafından gözaltına alınan ve ardından Antalya L Tipi Cezaevi’ne konulan 20 yaşındaki Ayşe Deniz Karacagil de 127 günlük cezaevi hayatının ardından tahliye edilenler arasında yer aldı. “Kırmızı fularlı kız” olarak hafızalardaki yerini alan Ayşe, cezaevinden çıktıktan sonra hem mahkeme sürecinde hem de tutukluluğu sırasında yaşadıklarını çeşitli yayın organlarında paylaştı. 5N1K programında, Cüneyt Özdemir’e yaşadıklarını anlatırken, tutuklanmasına sebep olan kırmızı fular yine boynundaydı. Yüzünde sıcacık bir gülümseme, hayatı hafife alan ama bir o kadar cesur bakışlarıyla dimdik karşımızdaydı. Hiçbir örgüte üye olmadığı halde, kırmızı fularının sosyalizmi simgelediği, sol terör örgütü üyesi olarak eylem düzenlediği suçlamalarıyla karşılaştı Ayşe. Muhalif olduğunu, gördüğü yanlışları söylemeden geçemediğini ve en önemlisi cesaret dolu bir yüreği olduğunu anlamak için bir kaç cümlesini dinlemek yeterli. Masumluğu, dünyadan bihâber saf genç kız imajında değil, haksızlığın karşısındaki duruşunda arıyor Ayşe ve konuştukça güzelleşiyor, gülümsedikçe umut saçıyor. Kısaca; istediği kadar suçsuz olsun, iktidarları korkutacak tüm vasıfları bünyesinde barındırıyor. Zaten serbest kalır kalmaz hemen çocuk gelinlere karşı bir eyleme katıldı. Kırmızıyı bu kez bandana olarak başına takmıştı. Belli ki kırmızı fuları da tesadüfen boynunda değildi. Bir başkaldırış ifade biçimi olarak seçmişti. Terör örgütü üyesi bir anarşist filan değildi, ama egemenleri daha çok korkutacak bir aidiyeti vardı: Gencecik yaşında birey olmayı başarmıştı.



Renkler pek çok alanda sembolleriyle varolmuş

Gelelim, polisleri, hâkimleri korkutan “Kırmızı”ya... Mâlum, sadece Gezi olaylarını bile düşündüğümüzde Ayşe ilk karşılaştığımız “kırmızılı kadın” değil. Hatta tomalar üzerine su sıkarken fotoğraflanan Ceyda Sungur, “kırmızılı kadın” olarak tüm dünya basınında direnişin sembolü hâline geldi. Peki neden “kırmızılı kadın” imajı bu kadar dikkat çekici, hatta korkulan ve iktidarın karşısında olmayı imgeleyen bir figür olarak algılanıyor! Gelin, “kırmızı”ya doğru tarihsel bir yolculuk yapalım... Her şeyden evvel, “kırmızı” adli makamların suç unsuru olarak gördüğü gibi yalnızca sosyalizmin rengi değil. Elbette, sosyalizm de kendine sembol olarak bu güçlü rengi seçmiş, ama kırmızıyı bu kadarla kısıtlamak büyük haksızlık! Tarih boyunca pek çok derin anlamlar biriktirerek günümüze gelen, tüm renklerin en kuvvetli imgeleme sahip olanı kırmızı. Renkler ve yaydıkları frekanslar bugün bilimin en çok ilgilendiği konulardan biri ve artık biliyoruz ki kırmızı en güçlü frekansa sahip olanı. Sanattan siyasete pek çok alanda renkler hep sembolleriyle varolmuşlar. Bu gün ise tıpta “renk terapisi”, hastalıkların tedavi yöntemi olarak kullanılıyor. Örneğin, migren tedavisinde mor ve eflâtun kullanıldığını artık biliyoruz. Psikolojide; turuncu, kırmızı ve sarının iştahı; mavi, turkuaz ve yeşilin susuzluk duygusunu, kırmızının ve eflatunun ise cinsellik güdüsünü artırdığı, pastel tonların annelik ve şefkat duygusunu çağrıştırdığı, mavi ve yeşilin sessizlik, sükûnet duygusunu sağladığı saptanmış. Kısaca, renk deyip hele hele kırmızı deyip geçmemeli ve ne anlamlar içerdiğini anlamaya çalışmalı.

Boynunda fularıyla cesur ve yaramaz

Kırmızılı kadın meselesi benim de hep kafamı kurcalamıştır. Aşık kadının, seksi kadının, cesur kadının, savaşçı kadının, direnen kadının sembolü hep kırmızıdır... Oysa kırmızılar içindeki Marilyn Monroe ile Gezi olaylarındaki kırmızılı kadın ya da kırmızı fularlı gencecik Ayşe birbirinden ne kadar farklıdır. Ama tek bir unsur vardır ki, tüm kırmızılı kadınları biririne aynı frekansta bağlar: Cesaret. Ama cinsel özgürlük, ama ağaç için TOMA’ların önünde kıpırtısız durabilmek, ama Ayşe gibi saçında bandanayla çocuk gelinlere son vermek için mücadele... Hepsinin fikri farklı da olsa sahip olduğu kudret aynı: Cesaret

Ayşe’yi ekranda olabildiğince masum, ama bir o kadar yaramaz ve cesur ifadeyle, boynunda kırmızı fularıyla konuşurken gördüğümde hemen aklıma sevgili dostum Ege Üniversitesi Öğretim Görevlisi Şebnem Soygüder’in İzmir Uluslararsı Duygusal Zekâ ve İletişim Sempozyumu’ndaki sunumu geldi ve sempozyumun bildiri kitabından okuyup öğrendiklerimi paylaşmak istedim. Bir kere kırmızı hep sandığımız gibi kadının değil erkeğin rengi aslında. Adem ile Havva’dan beri kırmızı hayatımızda, hatta “Adam-Adem” İbranice “kırmızı” demek. Ve 20’nci Yüzyıla kadar kırmızı, kan ve savaşı da çağrıştırdığı için hep erkeklerin rengi olmuş. Mavi ise sakinleştirici özelliğinden dolayı kadınlara verilmiş. Meryem Ana’nın hep mavilerle tasvir edilmesi de işte bu sembolizme dayanıyor. Mitolojide savaşan erkek kırmızı olarak tasvir edilirken, Antik Yunan’da ve Yahudi kültüründe kırmızı ilâhi bir renk olarak kullanılıyor. Ortaçağ ve Rönesans’a geldiğimizde kırmızı Avrupa’nın asalet sembolü olarak çıkıyor karşımıza. Kırmızı kumaş o dönemde o kadar pahallı ki yarım metresi için bir kilo külçe altın ödemek gerekiyor; bu yüzden ancak krallar ve soylular bu renk elbise giyebiliyor. Daha sonra Ortaçağ’da fahişeliğin rengi olur kırmızı, tıpkı sarının korkaklığın rengi oldu gibi. Toplumdan dışlanan kişilere meselâ Yahudiler’e kırmızı rozet takıldığına da şâhit olunur tarih boyunca.

Kırmızının değişmeyen anlamı cesarettir

Rönesansta hem sanatçılar hem sınıf atlamak isteyenler kırmızı kep ve şapka kullanırlar. Daha sonra kilisenin önde gelenleri, kardinaller seçer kırmızıyı. Aynı zamanda devrim ve başkaldırının rengi olur. Rus, Çin ve Fransız Devrimi sırasında hep kırmızı bayrak taşınmıştır. İşin ilginci aynı zamanda faşizmin de rengi olmuştur kırmızı. Yardımcı Doçent Şebnem Soygüder’in sunumunda özellikle belirttiği gibi, otorite ve iktidarı temsil ettiği için çok ayrı eğilimler olmasına rağmen hem komünizm hem faşizm gücünü ifade edebilmek için aynı rengi kullanmış. Müslümanlar için mukaddes olmayan şeylerin ifadesiyken, Müslüman olmasına rağmen İran’da mutluluğu temsil eder. Hindistan ve Anadolu’da ise gelinlikler kırmızıdır. 20’nci yüzyılda kadının rengi olur. Cesur, kendine güvenen erkek kurallarına boyun eğmek istemeyen kadının... Aşkın rengi olur, kadın cesurlaştıkça ve şehvetin rengi olur aynı zamanda. Feminizm ise mor rengi seçer kendine. Neden mi? Mavi ile kırmızının karışımından elde edilen bir renk olduğu için, kadın ve erkek hakları eşit olsun istediği için. Gördüğünüz gibi kırmızı gibi çok anlamlı ve derin bir rengi sadece sosyalizme ait sanarak sathi bir düşünce geliştirmek yanılgıdan öteye gitmez. Ama şu bir gerçektir ki hangi kültür, din, cinsiyet olura olsun kırmızın değişmeyen anlamı; cesarettir. Ve evet, kırmızılı kadın da kırmızı fularlı kız da cesareti simgeler. Erkek egemen dünya için ise cesur bir kadından tehlikeli çok az şey vardır. Bu yüzden, Ayşe’nin söylediği gibi; kızların kırmızıyı gelinliklerinin belinden, eğmedikleri başlarına ve bükmedikleri boyunlarına çıkarması egemenleri her zaman korkutmuştur ve korkutmaya devam ediyor. Yüreği “kırmızı” tüm kadınlara selâm olsun...

Yazarın Diğer Yazıları

  1. Müslüm filmine dair...
  2. Kızkardeşlik duvarı
  3. Gelecek bize nasıl gelecek
  4. Yoksa siz “Tarihin sıfır noktası”nı hala görmediniz mi?
  5. Nafaka...
  6. Okullar açılırken veli dilekleri
  7. Geç gelen yaz geç gider
  8. Nobel Akademisi’nde kriz
  9. “Y” ile “Z” kuşağı yetersiz ve mutsuz
  10. Çocukları kandileriyle başbaşa bırakın

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.