Venedik’te BİENAL mevsimi
.
Bugüne kadar defalarca gittim Venedik’e ama ilk kez Mayıs ayında ve yine ilk kez Bienal zamanı oradaydım. Tek kelime ile büyülendim. Bahardan mı yoksa kentte esen muhteşem sanat rüzgârından bilmem ama bu defa bambaşka göründü gözüme bu büyüleyici kent. İnsanın içini gıcıklayan bahar sıcağı bir yandan, dünyanın en gözde bienaline akın eden sanat sevdalıların yarattığı aura diğer yandan sarmaladı beni. Bir başka yüzünü gördüm bu defa sulara gömülü bir hazine gibi parlayan bu şehrin. Dünyada, farklı coğrafi yapısıyla turistleri en çok çeken yer olması yetmezmiş gibi, bir de sürekli düzenlenen sanat etkinlikleri ve festivallerle cazibesine cazibe katıp, günden güne daha çok insan çekiyor kendine Venedik. Her zaman daha çekici, daha akıllı, daha cazibeli olmayı düstur edinmiş bir kadın gibi her daim ilgi odağı olmayı başarıyor. Sanat, Venedik’te paha biçilmez bir mücevher gibi ışıldıyor.
Elbette küçücük bir şehrin sanat dünyasının kalbi olmasını çok kıskanıyorum. Hele kendi ülkemin sanat politikasının günden güne kan kaybedişine şahit oldukça kıskançlığım öfkeye dönüşüyor, itiraf ediyorum. Sakın, Türkiye için oynanan kötü kalpli Batı stratejilerine filan bağlamaya kalkmayalım eksikliğimizi ya da İstanbul’un küçük bir semti kadar nüfusu olan Venedik’in turizm ve sanattaki başarısını, “Avrupa’nın torpilli çocuğu da ondan” diye içimizi ferahlatmaya kalkmayalım. Bu konuda yapılacak en sağlam yorum, kamyonların arkasında yazılı: “Kıskanma ne olur, çalış senin de olur”. Nedenleri ise Venedik Bienali’nin tarihindeki satır başlarında gizli:
-Venedik’te bienal ilk olarak 1895 yılında düzenlenmiş.
-1’nci Dünya savaşından sonra, Bienal kapsamı modern sanat ağırlıklı olmaya başlamış.
-1930 yılında Venedik şehrinin kontrolü faşist iktidarın eline geçtiğinde, ülkemizdeki teammüllerin tersine, sanatın kökünü kututmak yerine müzik, sinema,tiyatro festivalleri eklenerek bienalin kapsamı Faşist hükümet tarafından genişletilmiş.
-İkinci Dünya Savaşı‘ndan sonra 6 yıl ara verilmiş ama yeniden kalkınma döneminde ilk iş Bienal tekrar hayata geçirilmiş.
-Türkiye, Venedik Bienali’nde ilk kez 1991 yılında yer almış. (Burada da Beral Madra’ya kişisel çabaları için ülkece çok şey borçlu olduğumuzu hatırlatmak isterim)
BU YIL 56’NCISI DÜZENLENEN VENEDİK BİENALİ İLE İLGİLİ NOTLAR VE GÖZLEMLERİM
- 9 Mayıs-22 Kasım tarihlerinde ziyaretçilere açık olacak.
- Türkiye Pavyonu, İKSV’nin koordinatörlüğü‘nde, Defne Ayas’ın küratörlüğünde oluşturulan Sarkis’in eserleriyle, Arsenale’de yer alıyor.
- 53 ülkeden 136 sanatçının katıldığı ana sergide Türkiye’den de Kutluğ Ataman ve Meriç Algün Ringborg’un eserleri yer alıyor.
- Ulusal Pavyon dalındaki büyük ödül olan “Altın Aslan”, diyasporadaki insanlardan oluşan bir pavyon kurduğu gerekçesiyle 18 sanatçının eseriyle katılan Ermenistan Cumhuriyeti’ne verildi. Bu sanatçılar arasında, bu yıl Venedik Bienali’nde Türkiye’yi de temsil eden Sarkis ve yine ülkemiz sanatçılarından Hera Büyüktaşçıyan da yer alıyor.
- 2015 Venedik Bienal’i, en politik Bienal olarak kabul ediliyor. Sanatçıların, daha çok din, göç, ayrımcılık gibi temalar üzerinde yoğunlaşması dikkat çekiyor. Hatta; Bienal’in ana mekanlarından Giardini Parkı‘nda kurulan Arena’da, düzenli olarak Karl Marx’ın Das Kapital’i okunuyor. Türkiye’den şu anda Venedik’te sergisi olan sanatçılara baktığımızda; Sarkis Ermeni, Ahmet Güneştekin Kürt ve Atıl Kutoğlu ise Türk kökenli. Ülkemizdeki gerginliklerden uzak, Türkiye de ânın ruhuna uygun olarak Bienal’deki yerini alıyor.
- Bienal’e eş zamanlı olarak, Venedik pek çok farklı sergiye de ev sahipliği yapıyor. Benim de açılışı için Venedik’e giitiğim Ahmet Güneştekin’in muhteşem sergisi, sanat severlerin en ilgi gösterdiklerinden biri. Venedik’in merkezi olan San Marco Meydanı‘nda bir zamanlar Vivaldi’nin evi olan Santa Maria della Pieta Castrllo’nun büyüleyici atmosferinde gerçekleştirilen sergi alanının mimari düzenlemesi, ünlü mimarımız Emre Aralot’ın elinden çıkmış. Dünya’nın en saygın 5 galerisinden biri sayılan Marlborough Gallery’nin düzenlediği serginin küratörü ise yine dünyaca ünlü Matthew Drutt. Serginin sponsorluğunu ise; Turizm Bakanlığı ve Çalık Holding üstlenmiş.
- Yine Bienal’e eş zamanlı olarak açılan sergilerden biri de sanatçı Bedri Baykam’a ait.
DENİZİN TUZUNA BURAM BURAM SANAT KOKUSU KARIŞIYOR
Bienal boyunca gerçekten Venedik bambaşka bir havaya bürünüyor. Denizin tuzuna buram buram sanat kokusu karışıyor. Gelen ziyaretçilerin giyim-kuşamından duruşuna değin, atmosfer bir başka kılığa bürünüyor. Sanatçılara özgü sade ve zârif bir tavır hâkim. Bu arada her ân her yerde sanatçıların verdiği ya da sanatçılar şerefine verilen partiler düzenleniyor. Her yerde resim, heykel, modern sanat ve siyasi mottolar konuşuluyor. Türkiye’den katılan sanatçıların organizasyonları ise birbirine oldukça mesafeli. Açıkçası çok da benimsemediğim bu durum oldukça dikkat çekici geldi bana. Karşılıklı destek hiç yok! Herkes kendi yağıyla kavruluyor. Organizasyonların katılımcıları arasında köprü kurulmuyor.
Örneğin; Türkiye’den gidip akreditasyonlarını yaptırmakta gecikmiş gazeteciler Türkiye Pavyonu’nu bile ziyaret edemiyor. Ya da Ahmet Güneştekin’in sergi açılışı için davetli bir gazeteci, Türkiye Pavyonu’nun açılışına davetli olmuyor. Organizasyonu yapanlar işbirliği içinde Türkiye’den gelen katılımcıları birbirine yöneltip çoğalmayı seçmiyor. Sanki bir yarış havası seziliyor. Belki bir bildikleri vardır ama bana yine de “birlikten güç doğar” gibi geliyor.
Ülke pavyonlarından, İtalya ve Japonya katılımcıların büyük ilgisini çekiyor. Ben kendi adıma, Makedonya ve Letonya’yı da çok beğendim. 22 Kasım’a kadar Venedik’e yolunuz düşerse, ülkemizi temsil eden tüm sergileri gezmenizi öneririm. Ahmet Güneştekin’in ataerkilliğe ve cinsiyetçiliğe meydan okuyan “Million taşı“ ve Türkiye Pavyonu’nda Sarkis’in “nefes” temalı projesinden “Gezi Günleri”nin unutulmaz karesi “Kırmızılı Kadın” üzerine yaptığı çalışmasını görmenizi mutlaka tavsiye ederim.