Üç kitap bir film
.
Yaz sıcakları başlıyor. Bir yandan dünyada savaşlar, öte yandan ülkemizdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yarattığı elektrikli hava. Bir ağırlık, kekremsi bir rehavet çöküyor insanın üzerine. İnsanoğlunda bir hadsizlik. Eli kolu bağlı seyirci kalan bizlerde ise, yaşam enerjisinin suyu çekilmişçesine bir halsizlik... Kopup gitmek lâzım şimdi... Uzaklara, çoook uzaklara... Gözden ırak, gönülden ıraklara... İnsanı köküyle birlikte alıp, hiç bilmediği topraklara atan bir rüzgâr gerek şimdi. Benim en güzel ve en uzak yolculuklarm hep kitaplara ve filmlere oldu. Bir anda yok olup, dünyayla tüm bağlantını kesip, iki saat sonra tazelenmiş bir ruhla seni yeniden evine döndüren başka bir yol bilmiyorum. İşte şimdi sıcaklar başlamışken serin ve kuytu bir köşede, belki bir ağacın altında kuşların eşliğinde, sizin keşfinizi bekleyen yerler, yollar, yaşamlar var. Yaz için üç liraya inen sinemalar olduğunu ve sıcak günlerde buz gibi ve karanlık salonlarda yolculuk etmenin keyfini de unutmayalım. İşte size iki kitap bir film önerisi...
Şili’de Gizlice-Miguel Littin’in Serüveni-Gabriel Garcia Marquez
Bu yıl kaybettiğimiz, bana sorarsanız yüz yılın en muhteşem yazarı Marquez’in 28 yıl önce yazdığı bir kitap. Nasıl olduysa atlamışım. Mâlum, ülkemizde Nobel ödüllü yazar öldüğü vakit, bir anda eski kitapların baskıları yeniden çoğaltılır. Kitap raflarında artık doğru düzgün yer bulamayan kitaplar bu sayede gün ışığına çıkar. Adeta, yazarlar ölürken, kitapları yeniden doğar. Bu kitabın yeni basımı da birkaç ay önce yapıldı. Aslında bir roman değil. Hikâye ya da biyografi de değil. Yine Marquez’e özgü farkli ve yaratıcı bir üslûp. Yazarın deyişiyle bu kitap bir “anlatı”. Marquez’in, Şili’nin ünlü yönetmeni Miguell Littin’le yaptığ roportajı hikayeleştirmesiyle ortaya çıkmış bu öykü tamamen gerçek bir serüveni anlatıyor. Belki de bugün bu kitabı keşfedip okumak için çok doğru bir zaman. Şili ve ülkemizin siyasi virajları birbirine o kadar benziyor ki, sanki 30 yıl öncesinin Şili’sini değil, bugünün Türkiye’sini okuyor gibi hissedeceksiniz. Pinoche’nin diktatör yönetimi sırasında ülkesinden sürgün edilen yönetmen, kılık değiştirerek gizlice ülkesine döner ve Şili’nin baskı ve faşizm altındaki halini gözler önüne sermek için bir belgesel çeker. İşte Marquez, yönetmenin ağzından bu macerayı ve Pinoche rejimi altında kıvranan Şili’yi anlatıyor. Tam bir “çapulcu” hikâyesi. Heyecanla iki gün içinde okuyup bitireceğinize emin olabilirsiniz.
Yaz-Kürşat Başar
Adı gibi tam da mevsimin ruhuna yakışır bir kitap. Kürşat Başar, ilk kitabından itibaren her zaman büyük zevkle okuduğum bir yazar oldu. Tanıştıktan sonra, sevgi ve saygım kişisel olarak da devam etti. Bu sebeple, kitabını rafta gördüğüm ân tereddütsüz alıp, birikmiş bir özlemle okudum. Ailem uzun yıllardır Kıbrıs’ta yaşadığı için benim de çok zamanım geçti o hüzünlü adada. Belki de bu yüzden, roman beni hemen kavradı ve çok iyi bildiğim o coğrafyada duygusal bir yolculuğa çıkarttı. Bu arada, eğer okumadıysanız, Kürşat Başar’ın ilk kitabı olan “Kış İkindisinin Evinde”, mutlaka bu yıl okuyacaklarınızın arasında olsun. Edebiyatımızın en güzel örneklerinden birini ıskalamış olmayın.
Fi-Çi-Pi:
Azra Kohen’in, okuyucuya içsel yolculuğun kapısını aralayan üçlemesi. “Fi ile çıkılan yolculuğun tek durağıdır Çi. Sadece farkındalığa giden, değiştiren, mutlaka geliştiren bir yoldur bu ama sunduğu seks, macera, intikam, ihtiras sizi aldatmasın, zordur” diyor yazar. Aslında, son yıllarda birbirini tekrar eden kilisel gelişime hitap eden kitaplara çok fazla ilgim olduğunu söyleyemem. Birkaç iyi örnekten sonra, hep aynı şeyleri üstelik benzer anlatımlarla okudukça, sıkıldığımı bile söyleyebilirim. Azra Kohen’in, üçlemenin raflarda yerini almış iki romanı “Fi” ve “Çi” ise önce kapak tasarımıyla beni kendine çekti. Sonra yerli bir yazar oluşu merakımı daha çok uyandırdı. En cazibi ise dört gerçek insanın hikâyesini anlatan bir roman oluşu. Neyi nasıl yapmamız gereken metodlar yerine, merakla okunacak bir hikâye vaadediyor bu kitap. Güzelliğin matemetiksel ifadesi olan “Fi” ve yaşam-spiritüel enerjiyi ifade eden “Çi”yi okudum. “Pi” için bir süre beklemek gerekecek.
Ve 1 film
Büyük Budapeşte Oteli:
Hayranı olduğum yönetmen Wes Anderson’dan, büyüklere masallar... Muhteşem oyuncu kadrosu, tam bir şölene çevirmiş bu filmi Ralph Fiennes, Bill Murray, Tilda Swinton, Jude Law, Edward Norton ve Owen Wilson ilk aklıma gelen isimler. İlk kez izlediğim, “Zero” karakterini canlandıran Tony Revolori ise bende büyük hayranlık uyandırdı. Bu genç adama dikkat edin derim. Hayali Zubrowka Cumhuriyeti’nde tıpkı Greta Garbo filmlerine gönderme yapan hayali Büyük Budapeşte Oteli’nde, masal kahramanı gibi karakterlerin başından geçen polisiye bir hikâye. Tıpkı masallardaki gibi iyilik, güzellik ve zerafet bu filmde de kazanıyor ve insanı iki saat boyunca başka gezegeni gitmişçesine gündelik yaşantıdan kopararak mutluluğun kollarına atıyor. İçinde bulunduğumuz şu günlerde insanın ruhuna ilaç gibi gelen şahane bir film.